Tarih bilincinin oluşmasında bilinçli nesillerin ve tarihi kayda geçiren aydınların önemi tartışılmaz. Bilinci olmayanların bir tarihi olamayacağından elbette hiçbir yükümlülük sahibi de değillerdir; dolayısı ile geçmişimizi, bu günümüze ve geleceğe aktaracak olanlar bu bilinçli ve aynı zamanda romantik nesillerden çıkacaktır.

Coşku ve tutku, akıl ile bir araya geldiğinde bu bilinçli neslin; bir sel gibi aktığını ve önüne ne var ise kattığını tarih içinde milletler ve fertler defalarca görmüştür ve görmeye devam etmektedir ve dahi edecektir.

Tanzimat’tan başlayarak Türk Aydını kendine, hem devletin hem fertlerin düştüğü girdaptan bir çıkış yolu bulmaya çalışmıştır. Düşünce hayatını milli kültürü ile yoğuran ancak aynı zamanda yabancı dili olan, yabancı aydınları tanıyan bu aydınımız içinde en bilineni ve önemlisi “Vatan Şairimiz” Namık Kemal’dir. Namık Kemal kendisinden sonra gelecek olan neslin aydını gibi Batı’nın cazibesine kendisini bırakmamıştır, ancak devletinin ve milletinin yükselmesini arzu etmiştir. Ernest Renan’a verdiği cevap bunun somut bir kanıtıdır. Namık Kemal’in döneminde ki bu aydınlarımız henüz devletin önemli yürütücü gücü Medreseler bozulmadan yetiştiklerinden olmalıdır ki, sonra gelen neslin yaşadığı (batıya karşı) aşağılık kompleksine sahip değillerdir.

Daha sonra gelecek zamanın yazarlarında o dönemin siyasi şartları göz önünde bulundurularak söylenmelidir ki, korku, gelecek kaygısı ve belirsizlikle dolu yıllar bu neslin genel yapısını etkilemiştir.

Tanzimat’tan sonra sadeleşen dilimizi Serveti Fünun aydınının nasıl ağdalı hale çevirdiğini, daha sonrasında yeniden akması gereken mecraya döndüğünü görmekteyiz.

Ve nihayetinde 2. Meşrutiyetin ilanı ile her şeyin değiştiğini görürüz, bir fırtınanın içinde yalpalayan devlet Türklük bayrağına sıkı sıkıya sarılmaktan başka yol bulamamıştır. Tarihi gelişimimiz de bu karmaşa içinde küçük parçalar halinde de olsa kendine yer bulmakta iken; yaşanan koşullar neticesinde devlet kurucu unsuru hatırlamış ve Türklük Bilincinde yeni adımlar atmaya başlamıştır.

Cumhuriyeti kuran, yeşerten ve ilerlemesini sağlayan işte o bilinçli ve romantik nesildir. Türk Milleti’nin milli kimliğini kazanması, vatanını bir bütün olarak elele savunması, daha sonrasında yeni bir yaşam alanı oluşturması, oluşturulan bilincin en küçükten en büyüğe ve devletin her kademesine aktarılması hep bu bilinçli Tarih Şuuru ve tabii ki Türklük bilinci ile olmuştur. Büyük Türk Atatürk’e bu nesle önder olduğu ve o romantik çoşku ile bize bugünü yaşattığı için minnettar olmalıyız.

Hepimiz birilerinin izlerinden yol bulmaya çalışmıyor muyuz?

Bizden önce yaşamışların açtığı yollardan, izlerini sürerek geçmiyor muyuz?

Bu yollardan geçerken aldığımız ilham bizden sonra gelecek nesle daha sağlam yollardan yürümelerinin rehberi olmuyor mu?

Bugün ile geçmiş arasında kurulan bu bağı geleceğe aktarmak değil mi bütün yapılanlar?

Nesillerin devamlılığı, devletin devamlılığını sağlamıyor mu?

“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” düsturun dayandığı o ulvi temel bu değil mi?

Yaşantımızın ve dolayısı ile toplu olarak her bireyin yaptığı davranışların, tarihimizi oluşturduğu, bununda Tarih bilincini nesillerle diğer kuşağa aktardığı bir yolculuk değil midir?

Tarih Bilinci, geçmişin, bugünün ve geleceğin topluca gönüllerde atması demek değil midir? Bu bilinci ise akıllı bilinçli ve romantik bir nesil kendinden sonra gelecek nesle aktarmalıdır.

Heredot’u tarihin babası yapan, Romalı bir devlet adamı olarak Yunan düşüncesini kendisinden sonraki zamana aktarmayı başaran ve benim düşünceme göre romantik olduğu için bunu başarmış olan Marcus Tullius Cicero’nun:

“Tarih, geçen zamanların şahididir. Onun gerçeklerini aydınlatır, anıları meydana çıkarır, günlük yaşamınıza yol gösterir ve eski zamanlardan bilinmeyen olayları anlatır.” Sözü ile bitirelim. Tohum ekelim bitmez ise toprak utansın demiş şair… Bu söz de bir şekilde aktarımdır.

Tanrı Türk’ü Korusun.