Bundan iki yıl önce kurulan, kurulduktan sonra da Türkiye’nin dört bir yanını dolaşan ROTASIZLAR Gezi Kulübü hepimizi huzursuz eden Pandemi dolayısı ile gezilerine mecburen bir süre ara  vermek zorunda kalmıştı.

Geçtiğimiz hafa Pandemi ile ilgili yasakların kısmen gevşetilmesi üzerine bize ROTASIZLAR  ekibi olarak “hem ekonomiye can vermek hem de turizme katkı amacı” ile yaptığımız  toplantıda önce Muğla’nın Akyaka beldesine sonra da Edirne’ye gitme kararı almışken Pandemi kuralları dolayısı ile bu isteklerimizi gerçekleştiremedik.

Hayatın akışı çerçevesinde “hiç değilse maske-mesafe- temizlik kuralları çerçevesinde günü birlik bir  gezi yapalım” diye düşünürken grup üyelerinin ortak kararı doğrultusunda Bursa’nın İznik ilçesine  günübirlik bir gezi yapma kararı aldık.

Bu karar doğrultusunda 13 Mart cumartesi günü sabah saatlerinde Yüksel Ercan-Nusret Acur-Birol Elüstü- Özhan Öztürk- Güven Altay-Aydemir Özcan ve misafirimiz Önder Kılıçaslan ile İznik ilçemize ulaşmak üzere saat 08.30’da Gebze’den ayrıldık.

Sabah erken saatlerinde yola çıkıp Osmangazi köprüsü yerine Kızderbent ve Yalakdere istikametini talip ederek Bursa ilimizin sınırlarına girdiğimiz an saat nerede ise 10.00 olmuştu,

Hava güneşli mis gibi oksijenin bulunduğu bir coğrafya iki araç halinde seyreden araçlarımız ile daha önceden “kamp alanı” olarak kullanıldığını düşündüğümüz harika bir ağaç altında “kahvaltı yapmak” adına mola verdik.

Nusret Acur ve Birol Elüstü daha önceden bu işler için antremanlı, Araçları park eder etmez portatif sandalye ve masaları ağacın altına açtık, bir taraftan Sucuklar kızartılırken diğer taraftan çoğumuzun “kaygana” olarak bildiği yumurta  ateşin üzerinde demli almaya başladı, yaklaşık 15 dakika sonra muhteşem sucuk-kaygana ile birlikte mis gibi demli çayı yudumlayarak muhteşem ötesi bir kahvaltı yaptık.

Kahvaltı sonrası daha önce kamp yapanların ortaya saçtıkları çöpleri bu memlekete borcu olan birer çevreci anlayışı ile toplamaya başladık, Yedi kişi ile toplamaya başladığımız çöplerin toplanması biterken kahvaltı yaptığımız ağacın gövdesine bizden sonrakiler içinde “Lütfen çevreyi temiz tutalım, burayı bulduğumuz gibi bırakalım”  tabelasını bırakmayı ihmal etmedik.

İZNİK….

İznik'te ilk yerleşimin MÖ 2500 yıllarına uzandığı sanılmaktadır. MÖ 7. yüzyıl öncesinde burada kurulan yerleşime 'Helikare' denmekteydi.

Makedonya İmparatoru III. Aleksandros'in generali I.Antigonos Monophtalmos tarafından MÖ 316 yılında kent Antigoneia adını almıştır.

Aleksandros'in ölümünden sonra Antigonus ile general Lysimakhos arasındaki savaşı kazanan Lysimakhos kente, Antipatros'un kızı olan eşinin adını vererek şehir bu tarihten sonra Nikea (Modern Yunanca: Νίκαια) adıyla anılmaya başladı.

Semavi Eyice 'nin araştırmalarında ise,o bölgede Trak kavmi göçlerinden önce Helikare adında bir antik kentin ortaya çıktığını görmekteyiz demiştir

MÖ 293'te Bitinya Krallığı'na bağlanan kent, önemli mimari yapılarla süslenmiştir. Astronominin en önemli isimlerinden biri olan Hipparkos bu dönemde İznik'te doğmuştur. Bir süre Bitinya Krallığı'nın başkenti olan Nikea daha sonra Roma'nın önemli bir yerleşimi olarak varlığını sürdürür.

Şehrin Yunan mitlerinde adını alması şöyle anlatılır: Dionysos, Nicea adında Askania Gölünde yaşayan bir periye aşık olur, periyi baştan çıkarıp dünyaya çocuk getirir. Dionysos Nicea'ya ithafen Askania gölünün yanına bir şehir kurup oraya çok bereketli üzüm bağları verir

325 yılı yazı başında Hristiyanlık için çok önemli olan Birinci İznik Konsili, İznik'te toplanmıştır. İmparator I. Konstantin'in da katıldığı toplantıda Hristiyanlıkla ilgili yortu günleri ve Nikea Kanunları adı ile bilinen 20 maddelik metin bu Konsilden sonra kabul edilmiştir.

 787 yılında İznik Ayasofya'sında VII. Konsül toplandı. Ayrıca VI. Haçlı Seferi sonucunda Bizans İmparatorluğu İstanbul'u kaybedince İznik'te Bizans Hanedan üyeleri tarafından İznik Latin İmparatorluğu kurulmuş ve bu imparatorluk daha sonra İstanbul'u fethederek Bizans İmparatorluğu'nu yeniden kurmuştur.

1075 ile 1086 yılları arasında Anadolu Selçuklu Devleti'ne başkentlik yapan Nikea; 1097 yılında, Birinci Haçlı Seferi sırasında gerçekleştirilen kuşatma sonrasında tekrar Bizans İmparatorluğu'na geçti. 1105 yılında tekrar Selçukluların kontrolüne geçen şehir, 1147 yılında bir kez daha Bizans egemenliğine girdi.

 1328-1331 yılları arasında gerçekleştirilen kuşatma sonrasında Osmanlı Devleti tarafından ele geçirildi. Osmanlı idaresinde İznik, sanat, ticaret ve kültür merkezi oldu. İznik Medresesi'nde birçok ünlü ders verdi. Dâvûd-i Kayserî, Ebul Fadıl Musa, Eşrefoğlu Abdullah Rûmî gibi tasavvuflar İznik'te yaşadı ve eserler verdi. Osmanlı döneminin ilk cami, medresesi ve imareti İznik'te inşa edildi.

14., 15. ve 16. yüzyıllarda İznik bir sanat merkezi olmuş, dünyaca ünlü çini ve seramikler burada üretilmiştir.

**********

Biz İznik merkeze gireli saat yaklaşık 11.30’u gösteriyordu, Araçları park ettikten sonra pek çok İmparatorluğa ev sahipliği yapmış İznik’te dolaşmaya  ve buram buram tarih kokan eserleri dolaşmaya başladık.

Nerede ise ayak bastığınız her metre kare tarih kokak İznik’e doymak nerede ise mümkün değil, Bizimle birlikte Türkiye’nin dört bir tarafından gelen vatandaşlarımız dolayısı ile İznik esnafı durumdan son derece memnun.

Yaklaşık 3 saat süren İznik gezimiz sonrasında Aydemir Özcan ve Önder Kılıçaslan’ın aldığı meşhur İznik çinileri ile birlikte nefis çayları da yudumladıktan sonra artık İznik’ten ayrılmanın zamanının geldiğini anladık.

Grup üyelerinin “Henüz vakit erken gezi alanını biraz daha genişletmek lazım” talebi üzerine “ – Hadi bakalım istikamet Mudanya” dedik ve Kurtuluş savaşımızın kilometre taşlarının başında gelen “Mudanya Mütarekesinin” yapıldığı bu tarihi ilçemize doğru yola çıktık.

MUDANYA-MUDANYA MÜTAREKESİ VE NUSTAFA İSMET İNÖNÜ

İsmi siyasi tartışmalarda kullanılan İsmet İnönü, bundan tam 96 yıl önce adını Cumhuriyet tarihine altın harflerle yazdırıyordu. İsmet Paşa, Kurtuluş Savaşı'nın sonunda; İstanbul, Boğazlar ve Doğu Trakya'nın savaşsız kurtarılmasını sağlayan, TBMM Hükümeti'nin ilk siyasi zaferi Mudanya Mütarekesi'ni 11 Ekim 1922'de imzaladı.

Büyük Taarruz’un zaferle sona ermesinin ardından İtilaf Devletleri, TBMM’ye mütareke çağrısında bulundu ve görüşmeler, 3 Ekim 1922 tarihinde Mudanya’da başladı. Görüşmelere, TBMM Hükümeti adına İsmet İnönü, İngilizleri temsilen General Harrington, Fransa adına General Charpy, İtalya adına General Mombelli katıldı. Görüşmeler, Doğu Trakya’nın ve Boğazlar’ın boşaltılması, Türkiye’ye geri verilmesi konularındaki görüş ayrılıkları nedeniyle sık sık kesildi. Zaman zaman gergin anların yaşandığı, hatta Türk ordusunun yeniden harekât hazırlıklarına giriştiği mütareke görüşmeleri, 11 Ekim 1922’de uzlaşmayla sonuçlandı. Mudanya Mütarekesi, 11 Ekim sabah saat 06.00’da Türkiye ile 3 İtilaf Devleti İngiltere, Fransa ve İtalya arasında imzalandı. Mütareke, imzalandıktan 3 gün sonra yürürlüğe girdi.

Antlaşmayla Ankara Hükümeti istediğini elde ederek ve tek kurşun atmadan İstanbul, Boğazlar ve Doğu Trakya’yı işgalden kurtardı. Tarihi antlaşmayla, Milli Mücadele’nin askeri safhası sona erdi. Askeri zaferin ardından TBMM siyasi bir zafer de kazanmış oldu.

İşte tarihimizin en önemli dönüm noktalarından olan 8 günlük o süreç;

Mudanya Ateşkes Antlaşması (3-11 Ekim 1922)

Mustafa Kemal Paşa, itilaf devletlerine ateşkes için görüşmelerin Mudanya’da başlanılmasını önermişti. Bu arada başkomutanlık namına olağanüstü yetkilere sahip olmak üzere Garp cephesi orduları Komutanı İsmet Paşa’yı temsilci olarak seçtiğini de bildirmişti. Mütarekenin amacı askeri hareketin durdurulması ve özellikle işgal kuvvetleri ile Türk birlikleri arasında olası bir çatışmanın önüne geçilmesiydi. Türkiye için ise esas dâva, Yunanlıların en kısa zamanda Türk topraklarını boşaltarak, Meriç’e kadar bütün Trakya’nın bize teslim edilmesiydi. Bundan sonra asıl barışa gidecek yol açılabilirdi.

İsmet Paşa başkanlığındaki Türk Heyeti Batı Cephesi Kurmaybaşkanı Asım Gündüz, Yrb. Tevfik Bıyıklıoğlu, Bnb. Seyfi Düzgören ve Kızılay ikinci başkanı Hamit Bey’le iki yazmandan oluşuyordu. Genelkurmay başkanı Fevzi Paşa ile Refet Bele’nin de Mudanya’da kalmaları uygun görülmüştü. İngilizleri General Harrington, Fransa’yı General Charpy, İtalya’yı da General Monbelli temsil ediyordu. Yunanistan General Mazarakis ile Sarıyanis’i delege olarak atamıştı. Fakat bunlar Mudanya’ya kadar gelmiş olmakla birlikte görüşmelere katılmamışlardı.
 

Görüşmelere 3 Ekim 1922 Salı günü saat 15:15’te başlandı. Ayrı ayrı gelen müttefik generalleri ev sahibi olarak İsmet Paşa teker teker karşılamış ve toplantının yöneticisi gibi bir tavır takınmıştı. Franklin Bouillon da gözlemci olarak salonun bir köşesine alınmıştı. İlk konuşmayı da İsmet Paşa’nın kendisi yapmıştı. Fakat ateşkesin sağlanması sanıldığı kadar kolay olmadı. Öyle ki Şevket Süreyya Aydemir,Mudanya Konferansına Mudanya Savaşı demek hatalı olmasa gerektir” diyerek görüşmelerin çok gergin bir hava içinde geçtiğini vurgulamıştır. Özellikle müttefiklerin Trakya’nın teslimine yanaşmamaları bu gerginliğin temel nedeni olarak görülmektedir.

İnönü, anılarında Konferansın havasını şöyle açıklamaktadır:

“Mudanya Konferansının ilk üç günü Trakya meselesinin müzakeresi ile geçmiştir. İlk müzakere açılır açılmaz benim ortaya koyduğunu, dikkatlerini çektiğim mesele budur. Biz muharebe halindeydik, karşımızda düşman vardı. Düşmanı yendik ve takip ettik. Anadolu’dan çıkardık. Mudanya Konferansının toplanması ile askeri hareket durmuştur. Bu hal uzun müddet devam edemez. Böyle bekleyerek, karşımızdaki hasım kuvvetlerin yeniden zaman ve hazırlık kazanmasına fırsat veremeyiz. Onun için bir an evvel bütün memleketin tahliyesi işini halletmek lazımdır. Ben, tezimi bu şekilde izah ettim. Münakaşalar oluyor: Diğer meseleler hallolunduktan sonra bu da hallolunur. Diğer meselelerle beraber hallolunur…”

YENİ BİR SAVAŞ TEHLİKESİ

Oldukça tartışmalı geçen görüşmeler zaman zaman tıkanır gibi oluyordu. Hatta 5 Ekim’den 9 Ekim’e geçen süre içinde yeniden bir savaş tehlikesi bile belirdi. Çünkü 5 Ekim’de Fransızlar, Trakya’nın Türklere teslimini kabul ettikleri halde İngiliz ve İtalyan temsilcileri yetkileri olmadığını ileri sürerek, hükümetlerinden yönerge almak için toplantıyı ertesi güne bıraktırdılar. Onların bu tutumu Mustafa Kemal Paşa’yı derhal harekete geçirdi. Görüşmelerin çıkmaza girmesi üzerine 6 Ekim’de Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa’ya da şu telgrafı çekti:

“Ekimin 6.günü için kararlaştırılan içtimaınızda Trakya’nın İzmir’de kararlaştırılan esaslar dahilinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine iadesini kabul etmedikleri takdirde tasavvur buyrulduğu gibi 6-7 Ekim’de derhal İstanbul üzerine harekete geçiniz.”

Türkiye yeni bir savaşın eşiğinde gibi görünüyordu. Şevket Süreyya’nın belirttiği gibi, “İsmet Paşa’nın Mudanya’da ve 6 Ekim’de olduğu kadar, belki hiç kimse, harple sulhun kıskaç arasında böylesine sıkışıp kalmamıştır.” Durum, Türkiye Büyük millet Meclisinde de dikkatle yakından izleniyordu. Mustafa Kemal Paşa cepheye gitme olasılığından söz etmiş ve Bakanlar Kurulunun meclisi aydınlatmasını istemişti. Milletvekilleri düşüncelerini ve eleştirilerini özgürce dile getirmişlerdir. Durak Bey, hükümetin uyumlu politikasını sürdürerek savaşa yol açacak girişimlerden kaçınmasını, savaş yeniden başlasa İngilizlerle savaşmanın kaçınılmaz olacağını, İngilizlerin Trakya’ya kaçan Yunan askerlerini örgütleyebileceğini dile getirmiş, savaşın en son çare olduğunu vurgulamıştır. Emin Bey, konferansın uzamasının Türkiye’nin lehine olmadığını, bu bakımdan konferansın kısa sürede bitirilmesinin zorunlu olduğu üzerinde durmuştu. Kimi milletvekilleri Misak-ı Milliden ayrılmaması gerektiğini özellikle dile getirmişlerdir.

İsmet Paşa’nın telgrafı mecliste görüşülürken Mustafa Kemal Paşa da İsmet Paşa’ya gizli bir emir göndererek şunların sağlanmasını istiyordu:

Yunan kuvvetlerinin 15 gün içinde Trakya’dan çekilmeleri.

Boşaltılan yerlerin TBMM hükümeti temsilcilerine teslim edilmesi.

Trakya’da kalacak itilaf devlet ve komisyonlarının TBMM yönetimini denetleme ya da işgalci bir amaç taşımaması.

Trakya’nın Türkiye’ye verildiğinin açıkça belirtilmesi.

Karaağaç’ın Edirne’nin sınırları içinde olduğunun kabul ettirilmediği takdirde burasının itilaf devletlerinin işgali altına sokulması.

Trakya’ya gönderilecek jandarma sayısının sınırlandırılmaması…

Bunun dışında Boğazlarda itilaf devletleri askerlerinin sayısının arttırılmaması, işgal bölgelerinin genişletilmemesi gibi konular da yer alıyordu. İtilaf devletleri özellikle İstanbul’un boşaltılmasına yanaşmıyordu. Çünkü bu onların “yenilgilerini itiraf” anlamına gelecekti.

Bu yazıda İsmet Paşa, 7 Ekim akşamı bir bildiri yayınlayarak durumu halka açıkladı. Ertesi günü yani 8 Ekim’de toplantı olmadı. İsmet Paşa bunalıma bir çözüm bulmak için uğraşıyordu.

9 Ekim akşamı yapılan toplantıda hava yumuşadı. General Harrington’a göre İsmet Paşa daha munis idi. Müttefiklerin hazırladığı proje okunduğu zaman İsmet Paşa J’accepte! (Kabul ediyorum) dedi ve bunu hükümetine bildireceğini ekledi ve Konferansın 10 Ekim öğleden sonraya ertelenmesini istedi. Onun bu önerisi kabul edildi. Hükümetin onayı alındı. Ancak 10 Ekim’de Konferans toplanamadı. Buna Yunan delegesi ile yapılan görüşmelerin uzaması neden olmuştu. Sonunda 11 Ekim sabahı saat 6’da Mudanya Askeri Sözleşmesi imzalanmış, 14-15 Ekim 1922’den başlamak üzere yürürlüğe girmesi kabul edilmişti.

Mudanya Askeri Sözleşmesi (Convention Militaire) 14 maddeden oluşuyordu. Bu sözleşme ile Türk-Yunan kuvvetleri arasındaki çatışma son buluyordu. Yunanlılar, Trakya’yı 15 gün içinde boşaltacaklardı. 8.000 Türk jandarması, mülki memurlarla birlikte Trakya’ya el koyacaktı. Yönetimin Türklere devri 30 günde tamamlanacaktı. Boşaltma ve devir işlerini denetlemek üzere 7 taburluk bir müttefik birliği görevlendirilecekti. Teslim işlemi bittikten 30 gün sonra bunlar bölgeden ayrılacaktı. Meriç’in sağ kıyısı ve Karaağaç, antlaşma yapılıncaya kadar itilaf devletlerinin işgali altında kalacaktı. İstanbul ve Boğazlar da mülki idaremize teslim olacaktı, ancak İstanbul’da ve Boğazlarda bulunan itilaf kuvvetleri, barışa kadar arttırılmaksızın kalabileceklerdi. Barışın yapılmasına kadar Türk kuvvetleri Çanakkale Boğazı ile İzmir yöresinde belirlenen çizgiyi geçemeyecek, Trakya’ya da silahlı kuvvet geçirmeyecekti. Yunan temsilcisi de sözleşmeye katılmayı zorunlu görmüştü. Mütarekenin imzalanması üzerine Mustafa Kemal Paşa, General Harrington’a teşekkür; Müdafaa-i Hukuk örgütlerine ve belediyelere kutlama telgrafları çekti.

Prof. Şerafettin Turan’ın vurguladığı gibi Mudanya Ateşkes Anlaşması 1911’den bu yana süregelen savaş haline son vermiş, ülkeyi istiladan kurtarmış ve işgal altındaki İstanbul’un da barış antlaşması ile birlikte Türk yönetimine geri verilmesini sağlamıştı. Kabul etmek gerekir ki Mudanya yalnızca basit bir ateşkes anlaşması olarak görülmemelidir. Siyasal nitelikte bir takım öğeleri de taşıdığı için uluslararası bir önem taşımaktadır.

Bir Diplomatın Doğuşu

Şevket Süreyya, İsmet Paşa’nın Mudanya ile birlikte yepyeni bir kimlik kazandığını belirterek şöyle der: “Mudanya’nın ardından İsmet Paşa, memleketin hayatında bir siyasi şahsiyet olarak belirecekti. Nitekim Mudanya’dan sonra askerlik ve kumandanlık artık arkada kaldı ve İsmet Paşa Türkiye’nin kaderine bir siyasi şahsiyet ve bir İkinci Adam olarak karıştı.” Mudanya, bu açıdan bakıldığında, yeni bir diplomatın doğuşuna da ortam hazırlamıştır, demek yanlış olmaz. Gerçi İsmet Paşa’nın diplomasi alanında kimi deneyimleri olmamış değildi. Sözgelimi 1907’de, Edirne garnizonunda hizmet gören yüzbaşı İsmet Efendi bir sınır olayı nedeniyle askeri komisyonda görev alır. Bir Bulgar binbaşısıyla anlaşmazlığa düşer. Bundan ötürü görüştüğü Bulgar komisyonu başkanı general kendisine şöyle der: “…Yüzbaşı Efendi bir gün vatanınız sizinle iftihar edecektir.” Yüzbaşı İsmet, hayretle Bulgar generalinin yüzüne bakar ve ayrılırlar. 1910-1912 yıllarında Yemen’de, Ahmet İzzet Paşa’nın komutanlığında çalışan kurmay binbaşı İsmet Bey, imam Yahya’nın ayaklanmasının bastırılmasında, askerlik ve siyaset günlerinden önemli hizmetlerde bulunmuştu. Birinci Dünya Savaşının ilk yıllarında çalıştığı Osmanlı karargâhında Alman subaylarıyla kurduğu iletişim, hiç değilse İsmet Beyin, diplomasi dilini kavramasına yardımcı olmuştur. Hatta bu subaylardan birine sorduğu sorularla, Almanya’nın Türkiye üzerindeki gerçek niyetlerini de sezebilmişti. O anlamıştı ki Almanlar, Türkiye’ye gitmek üzere gelmemişlerdi. Enver Paşa’nın bir aralık onu genelkurmay başkanlığına getirmeyi düşünmesi bir raslantı değildir.

Mustafa Kemal Paşa’nın Albay İsmet hakkında verdiği sicil (20 Mayıs 1917), onun bir diplomatta bulunması gereken niteliklere sahip olduğunu açıkça ortaya koymaktadır: “Ciddi, faal, düşüncesi gayet açık ve yüksek fikirli. Maiyyetine ve savaş döneminin durumuna ve ruhsal değişkenliklerine hakim. İyi bir görüş yeteneğine ve olayları süratle algılamaya sahip…” Bütün bunların yanında albay İsmet, çevresinin emniyet, güven ve sevgisini kazanmış dürüst bir kişidir. Bu kişilik özelliklerinin bir diplomat için yeterli olduğuna şüphe yoktur.

Mustafa Kemal Paşa’nın, İsmet Paşa’ya Mudanya görüşmeleri için olağanüstü yetkiler vererek görevlendirmesi de şüphesiz uygun bir seçimdi. Bu, başkomutanın Garp Cephesi Komutanına duyduğu güvenin bir kanıtıdır. İsmet Paşa’nın, daha toplantının ilk gününde ev sahibi; aynı zamanda galip bir ordunun komutanı olarak girişimi eline alması da ayrıca üzerinde durulması gerekir. Nitekim, onun Lozan Konferansında da başdelege olarak yine Mustafa Kemal Paşa tarafından görevlendirilmesinde, Mudanya’daki başarısı belirleyici bir rol oynamıştır. Enver Ziya Karal, Mudanya mütarekesinin İsmet İnönü’nün “çelik iradesi” ile kazanıldığını özellikle vurgulamıştır.

Harrington’un, mütareke görüşmeleri sırasında İsmet Paşa üzerindeki gözlemleri büyük bir değer taşımaktadır. Başlangıçta, İsmet Paşa generalin gözünü doldurmamış fakat kısa süre sonra onun ne kadar çetin bir ceviz olduğunu kabul etmişti. Şevket Süreyya’nın yayınladığı Harrington’un mektubundan aldığımız kimi bölümler bu konuda önemli bir fikir vermektedir:

“İsmet Paşa’yı ilk gördüğüm vakit, o benim üzerimde büyük bir etki ve intiba bırakmadı. Görünürde gösterişsiz, ufak tefek bir insandı. Az konuşuyordu. Bundan başka -bir eksiklik mi, yoksa bazı hallerde bir meziyet mi bilinmez- çok da ağır işitiyordu.

Öyle sanıyorum ki aşağı yukarı 42 yaşlarındadır. Bizimle münasebetlerinde ilkin çok inatçı görünüyordu. Onun güldüğünü hemen hemen hiç görmedim. Yalnız “nasılsınız?” veya “Allahaısmarladık” derken biraz gülümsüyordu. Elbetteki Ankara’dan aldığı kesin talimata göre hareket ediyordu. Ama teferruat hususunda bir Üstat’tı…

Her satırı gayet dikkatle tetkik eder ve baştan sona kadar okur, notlarını süratle alır ve satırların altında gizli bir mana bulunmadığına kanaat getirmedikçe fikrini söylemez. Ama daima nazik davranır…”

İsmet Paşa, diplomasideki ilk sınavını Mudanya Konferansında verdi. Uluslararası, geniş kapsamlı Lozan’da da çok daha büyük bir diplomasi sınavı verecektir.

Mudanya’ya girip Mudanya Mütareke evini dolaşmaya başlayınca işin doğrusu bütün ROTASIZLAR ekibinin akan gözyaşlarını birbirinden saklamaya çalıştığına şahit olunca bir anda “-Arkadaşlar başta Mustafa Kemal Atatürk ve Mustafa İsmet İnönü olmak üzere 780 bin 576 kilometre karelik bu vatan topraklarını bize armağan eden tüm kahramanlarımız için birer fatiha okuyalım ve böylesi kahramanların kıymetini bilemediğimiz için ağlayabildiğimiz kadar ağlayalım ve bu kahramanlar için döktüğümüz gözyaşlarından asla utanmayalım” dediğimizi hatırlıyoruz.

Mudanya’dan gözyaşları içerisinden ayrıldıktan sonra “-Arkadaşlar bu saatten sonra nereye gitsek böylesi aziz hatırların üzerine çıkacak bir yer göremeyeceğiz en iyisi Gebze’ye geri dönelim ve bu günün muhasebesini yapalım” diyerek Gebze’ye dönmek üzere yola koyulduk.

ROTASIZLAR Pandemi şartlarının izin verdiği ölçüde gezilerine devam edecek, Yurdumuzun her bölgesindeki harika Vatan topraklarını elimizden geldiği ve ulaşabildiğimiz tüm takipçilerimize tanıtmanın gayreti içerisinde olacak.

Teşekkürler….Yüksel Ercan

Teşekkürler….Nusret Acur

Teşekkürler… Özhan Öztürk

Teşekkürler.. Birol Elüstü

Teşekkürler…Aydemir Özcan

Teşekkürler… Güven Altay

Teşekkürler….Kadir Büyükgöz

Teşekkürler…İsmail Nazlı

Teşekkürler… Burak Aytaş

Teşekkürler… Önder Kılıçaslan

Teşekkürler ….Türkiye’nin gönüllü Turizm elçisi ROTASIZLAR Gezi Kulübü