Fransız asker ve devlet adamı Napolyon Bonapart'ın, "Dünyanın çok acı çektiğini görüyorum; ama bunun nedeni, kötü insanların uyguladığı şiddet değil, iyi insanların suskunluğudur" sözünü söylemesinin üzerinden uzun yıllar geçti.

Ne acıdır ki, artık sözlerin kıymet görmediği ve anlamsızlaştığı bir dünyada yaşıyoruz.

Bizi biz yapan değerlerimizin çoğu, tıpkı bu sözü söyleyen Bonapart gibi, geçen zaman içerisinde yok olup gittiler.

Gerçeklik yerini sanallığa bıraktı.

Gerçek kahramanlar ve ilim erbabının yerlerini, sanal palyaçolar aldılar. Artık zan üzerine hareket ediyor, sanal alemde bize sunulan hatalı ve yanlış olan her şeyi gerçek zannediyoruz.

Kemiğe bürünen etle kaplanmış bedenlerimiz, çoktan ruhsuz birer kütleye dönüşmüş durumda. Bunun sonucu olarak ta tepkisiz, omurgasız ve duyarsız bir toplum haline dönüştük.

Okuyan, öğrenen ve gerçek manada tepkili insanlar gittiler, bunların yerine, sanal alemin sihirli dünyasına esir olmuş duyarsız ve tepkisiz bireyler geldiler.

Aksiyon yerine, sanal tepkilerle yetinir olduk.

İşlenen herhangi bir insanlık suçu karşısında hemen telefonlarımıza sarılıp olayları sosyal medya üzerinden ağdalı sözlerle kınamakla yetiniyoruz. Oysa ki bu davranışlarımızla toplumsal bir duyarlılığın oluşmasına katkı sağlamaktan çok, duyarsız bir toplumun oluşmasına yardımcı oluyoruz.

Bu tarz paylaşımları yapanlara göz attığımızda ise, bunların çoğunun aslında olaylara pek te duyarlı insanlar olmadıklarını ve asıl hedeflerinin diğer insanların gözünde prim yapmak olduğunu anlıyoruz.

Oysa Peygamberimiz, "Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmezse diliyle onun kötülüğünü söylesin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle ona buğz etsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir." diye bizleri uyarmamış mıydı?

Öte yandan, hoşgörü kavramının içini el birliği ile boşalttık. Kabul edilemez yanlışlara hoşgörülü, hoş görülecek durumlarda da tavizsiz ve zalim olduk.

Ben, yaşanan onca insanlık suçu, hakaret ve tacizlere olan tepkisizliğimizin, sadece hoşgörülü olmamızdan kaynaklandığını düşünecek kadar iyimser değilim.

Sanırım bizler, hoşgörülü olmakla duyarsız olmayı karıştırıyoruz.

Hoşgörülü olacağım derken, asla kişiliğimizden ödün verme derecesine gelmememiz gerektiğini bilmiyoruz.

Oysa hatırda tutulması gereken şey, hoşgörünün de bir sınırının olduğu gerçeğidir. Limitsiz hoşgörü (ya da tolerans), asla onurlu ve doğru bir davranış biçimi değildir.

Her şeyi yiyenlerin mide fesatı geçirme riskiyle karşı karşıya oldukları gibi, her olanı hoş görenler de kişilik fesadı yaşarlar.

Tepkisiz ve korkak olduğumuzda belki kendimizin, işgal ettiğimiz makamların ve diğer sahip olduğumuz maddi varlıkların ömrü daha uzun olabilir; fakat onursuz bir şekilde ölürüz...

Şurası muhakkak ki, hergün bize hakaret eden, aşağılayan ya da kutsal değerlerimize saygısızlık edenlere tepkisiz kalmamız, asla hoşgörü ile ifade edilemez.

Bu konuda söylenmiş olan, "Ederinden fazla değer, soytarıyı kral eder" sözü ne kadar manidardır.

Hatırlayınız, yıllar önce Devlet, kendini yok etmeye çalışan eşkiyayı "üç beş çapulcu" diyerek önemsemedi.

Bunun sonucunda, o üç beş çapulcu bugün ülkemizin bölünmez bütünlüğünü tehdit eder hale geldi. Bugün teröre harcadığımız para yüz milyarlarca doları bulmakta. Halbuki, "Üç beş çapulcu" denen insanlar zamanında  önemsenmiş olsa ve gereken yapılsaydı, harcanan onca para milli kalkınmada kullanılacaktı.

Demek ki, yılanın başını küçükken ezmek lazımmış...

Öte yandan, hemen hemen hergün inancımıza saldıran bir sürü şarlatan peydah olmakta.

Bunlardan biri de henüz geçtiğimiz hafta ortaya çıktı. Ataol Behramoğlu denen bir adam;

"Kafası gövdesinden ayrılan canlının bakışlarındaki acıyı görmeyip,  yakarışını işitmeyip bu vahşete dur demedikçe, hepimiz az ya da çok IŞİD'iz demektir." tivitini atarak Müslümanların kurban ibadetlerine dil uzatma cesaretini gösterdi.

Şimdi biz bu adama, hoşgörü adına tepkisiz mi kalalım, yoksa kitaplarını almayarak, şiir ve yazılarını okumayarak tepki mi gösterelim?

Bence ikinci yol, bu şahsın hakettiği en doğru yoldur. Çünkü, aydın geçinip bu tarz paylaşımları yapan palyaçoların maksatlı ve kötü niyetli olmadıklarını düşünmek, en hafif haliyle kendimize saygısızlık olur.

Aslında bu adama, "Acaba hayatında hiçbir hayvanın etini yemedin mi?" diye sormak lazım. Ben bu yaşıma kadar, insanlar tarafından canlı canlı yenilen hiç bir koyun ya da sığır görmedim...

Ne yazık ki, aynı toplumun fertleri olarak hepimiz birer "bakar kör" haline geldik.

Gözlerimize baka baka söylenen yalanları, hakaretleri, ihanetleri, tacizleri ve işlenen cinayetleri göremez olduk.

Acı ama gerçek...

Her şeye hoşgörü, kendimize yaptığımız en büyük kötülüklerden biridir.

Çünkü, kırmızı çizgilerini tamamen kaldırmış kişi ve toplumlar kültürlerini, inançlarını, milliyetlerini ve nihayet bağımsızlıklarını er ya da geç kaybetmeye mahkumdurlar...

İnternette rastladığım, yazar Adem GÜNEŞ'e ait şu söz, konunun özeti mahiyetindedir:

"İnsanı insan yapan özellik, “duyma”sıdır.

Duyma, kulağın işitmesi değil, kalbin sızlayabilmesi halidir. İnsan duyabildiği kadar insan, duyabildiği kadar anne, baba, eş ve dosttur, duyamadığı kadar da zararlıdır.…

Unutmayın, duyarsızlaşmış bir kalp önce en yakınlarına acı çektirir…"

Esen Kalın Sevgili Okurlarım...