Hiç şüphesiz ki, sevgi ve muhabbet kainatın yaratılış gayelerinin başında gelir. Yüce Allah kainatı sevgi üzerine bina etmiştir.

Zannımca, sevgi olmasaydı dünya daha anlamsız ve tatsız olurdu.

Sevgi, insanı insan yapan vasıfların en başta gelenidir. İnsanlar dışındaki varlıkların bu duygudan habersiz oluşları, insanı onlardan ayırmakta ve onlara karşı üstün kılmaktadır.

Gerçek sevgi ise, Allah'ı sevmekle başlar ve bütün sevgiler, Allah'a olan sevgiyle anlam kazanır.

Allah'ı merkeze alarak, O'nun dışındaki her şeyi Allah için sevmek, gerçek sevginin ta kendisidir.

İşte bu sebeple Yunus¸ "Yaratılanı sev¸ Yaratandan ötürü" demektedir.

Ne var ki¸ günümüz insanı için sevmek çok pahalı bir hizmettir. Herşeyde olduğu gibi, sevgide de karşılık beklediğimizden, sevmeye korkar olduk. Herkes sevilmeye talip iken, pek azımız karşılıksız sevmeyi deniyoruz.

Hepimizin bildiği ve dilimize pelesenk olmuş bir söz var;

"İnsan sevdikçe yaşar"

Bu söz çok doğru olmasına karşın, uygulaması zor olan bir durumu işaret eder. Çünkü, sevmek fedakarlık ister; nefsinden, benliğinden ve hesaplarından fedakarlık gerektirir.

Gerçek sevgi karşılıksız olandır. Karşılıksız sevince, zehir bala, gam ve ızdırap mutluluğa dönüşür.

Buraya kadar tamam da, Allah'a ve onun Rasülüne olan sevgi haricinde, birbirimize olan sevgide bir sınır yok mudur?

Eğer varsa, bu sınır nerde başlar, nerde biter?

İşte bu soruların cevabı, zehri bal eden gerçek sevginin ne olduğunu bize öğretecektir.

Bir Latin sözü der ki, "Zehiri zehir yapan onun dozudur".

Yani, dozunu ayarlayamadığın herşey öldürür. Bu şey, sevgi olsa bile…

İnsan, kendi doğal yolundan sapan her duygu gibi, sevginin dozunu ayarlayamadığında da, ya kendisini ya da karşısındakini zehirler, ve hatta öldürür.

Oscar Wilde’ın"İnsan sevdiğini öldürür" sözü bu hususta ne kadar anlamlıdır.

Kendisinin daha çok sevdiğine ve karşılığında yeterince sevgi görmediğine inananlar, malesef düşman oluyorlar birbirlerine.

"Sevmek" ve "öldürmek" arasında sanki bir ilişki var gibi...

Şöyle bir düşününce, yaşadığımız toplumda, sevgileriyle sevdiklerini yok eden ne kadar çok insan var değil mi...

Oysa ki, başta da söylediğim gibi, sevginin makbulü, karşılık beklemeksizin olandır. Karşılık beklersen, bunun adı sevgi değil, ticaret olur. Dedik ya, sevgi emek ister, fedakarlık ister, özveri ister.

Taraflara zarar vermeye başlayan her sevgi, dozu kaçmış sevgidir. Eğer böylesi bir sevgide ısrarcı olunursa, sevginin çehresi değişir düşmanlık olur, nefret olur. Bu nedenle, sevgide dozajı iyi ayarlamak lazım. Tıpkı şu hikayede olduğu gibi;

"Eski zamanlardaki dondurucu bir kış mevsiminde, aşırı soğuklardan bütün hayvanlar çok etkilenmiş ve büyük kayıplar vermişlerdi. Fakat en çok kayıp verenler kirpilermiş. Çünkü onların, diğer hayvanlar gibi kendilerini soğuktan koruyacak kalın kürkleri yerine, soğukta pek işe yaramayan dikenleri varmış.

Bu dezavantajlı durumdan en az zararla kurtulmak için, kirpiler meclisi toplanmış ve çözüm aramaya başlamışlar.

Uzun tartışmalardan sonra, gece olunca tüm kirpilerin bir araya toplanmasına, birbirlerine yakın durarak geceyi geçirmelerine karar verilmiş.

Böylece kirpiler birbirlerinin vücut sıcaklığından yararlanacak ve aralarından hava geçişini de önleyerek donmaktan kurtulacaklarmış.

İlk geceki deneyimlerinden, bunun işe yaradığını ve üşüme problemini çözdüklerini görmüşler.

Ama bu defa başka bir problem ortaya çıkmış.

Üşüyen kirpiler birbirlerine fazla yaklaştıklarında, oklar yüzünden yaralanmalar gerçekleşmiş.

Daha sonraki gece, yaralanma korkusundan birbirlerinden uzak durmuşlar, ama bu sefer de donmalar meydana gelmiş.

Ne var ki, her gece kah uzaklaşa kah yakınlaşa, deneye deneye birbirlerinin vücut sıcaklığından yararlanacak kadar yakın, ancak birbirlerini incitmeyecek kadar da uzak durmayı öğrenmişler."

Hikayenin özeti sanırım şudur;

Her şeyde olduğu gibi, sevgide de bir had, bir ölçü olmalı. Had aşıldığı zaman, artık hasar başlar.

Birbirimizi incitmeyecek kadar uzak, hayatın soğuk zamanlarında üşümeyecek kadar da yakın olmayı öğrenmeliyiz.

Kirpi oku mesafesi, gerçek sevgi mesafesidir...

Ne yazık ki biz sevmeyi de beceremedik, sevgimizi gösterneyi de. Sevgimizi göstermek hususundaki özgürlüğümüz, bazen töreler, bazen de egomuz tarafından hep engellendi. Doyasıya sevemedik birbirimizi.

Yani, sevmenin ayıp sayıldığı bir toplumda yaşar hale geldik.

"Hiç te böyle birşey yok, bunu uyduruyorsun" diyenleriniz olabilir. O halde, Karadenizin özellikle doğu kesimindeki babaların, çocuklarını kendi babalarının yanında öpüp koklayamamalarını ve doyasıya sevememelerini bana ne ile açıklayabilirsiniz? Daha buna benzer bir sürü örnek sayabilirim sizlere.

Biz sevmeyi bilemedik dostlarım; bazen ölesiye sevdik, bazen de sevmek için geç kaldık...

Oysa, sevmeye hangi güç engel olabilir ki?

Yeter ki sevmesini bilelim.

Büyük şair Can Yücel, "Bağlanmayacaksın" şiirinde, sevmenin nasıl olması gerektiğine dair, bize şu ipuçlarını veriyor;

Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne. 'O olmazsa yaşayamam.' demeyeceksin.

Demeyeceksin işte. Yaşarsın çünkü.

Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki. Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.

Ve zaten genellikle o daha az sever seni, Senin o'nu sevdiğinden…

Çok sevmezsen, çok acımazsın. Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.

Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.

Senin değillermiş gibi davranacaksın.

Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.

...

Esen Kalın...