"Bitti, bitiyor" derken, halen korona virüsü belasının tehdidi altında yaşıyoruz. Uzun süren ev karantinalarının ardından başlayan nispeten özgür günlerimiz, geçtiğimiz hafta sonu yapılan Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) sebebiyle kısa bir sekteye uğradı.

Havaların güzel olmasından mıdır nedendir bilinmez, bu defaki kısıtlama bana biraz daha zor geldi. Eğer hava güzel ise, ister istemez kendini dışarıya atmak, yeşilliklerde yürümek, bol bol oksijen solumak ve ailesi ile birlikte hoşça vakit geçirmek istiyor insan.

Pazar günü bütün bunları düşünüp hayal kurarken, ansızın bir utanç duygusu kapladı içime. Çünkü, bizler virüs sebebiyle getirilen sınırlı bir kısıtlamadan bile şikayetçi olurken, "günlerini dört duvar arasında geçirmek zorunda kalan kader mahkumları ne yapsın" diye düşündüm birden.

İşte o an, insanoğlunun ne kadar nankör ve şükürden uzak olduğunu bir kez daha farkettim.

Bizler, karantina sebebiyle evlerimizde kaldığımız günler için "hapis hayatı" tabirini kullanıyorken, günlerini dört duvar arasında geçirmek zorunda kalan kader mahkumları herhalde biraz kızgınlık, biraz da acı içerisinde bize gülümsüyorlardır.

Oysa ki onların hapis hayatları bizim gibi aileleriyle birlikte geçmiyor, dışarı çıkıp gezip dolaşma ve istediklerini yeme özgürlükleri ise hiç yok. Kullandıkları yatak ve çarşaflar, yemek yedikleri kaplar ve giydikleri elbiseler de bizimkilerle aynı değil.

Onlar güneşi ve gökyüzünü izin verildiğinde görebiliyorlar ve yıldızlı semaları ancak hayallerinde seyredebiliyorlar.

Üzüntüm tabi ki her mahkum için değil, sadece kader mahkumlarına.

Çünkü, kader mahkumu diye isimlendirilen insanların haricindekiler, kanunlar çerçevesinde maruz kaldıkları her türlü mahrumiyeti zaten haketmişlerdir.

Peki, kader mahkumu denilen insanlar kimlerdir?

Aslında kader mahkumu tabirinin resmi bir tanımı yok. Yani, mahkum mahkumdur ve bunda kaderin suçu filan da yoktur.

Fakat, genel olarak bu tabir, iradesinin dışında, kazaen veya bilmeden suç işleyenler için kullanılır.

Örneğin, kriz döneminde müşterilerinden alacaklarını tahsil edemediğinden borçlarını ödeyemeyen ve bu sebeple hapse düşen bir şirket yöneticisi kader mahkumudur...

Yine mesela, alkollü olmadığı halde, bir başkasının hatası yüzünden ölümle sonuçlanan bir trafik kazasına karışan ve suçsuzluğunu ispat edemediğinden hapse düşen kişi de kader mahkumudur...

Konunun özeti şu;

Yasalar karşısında suçlu sayılan her mahkum, aslında gerçekten suçlu olmayabilir.

Bazen bir eylem yasalar karşısında suç sayılsa bile, vicdan ve izan karşısında beraat eder. İşte, ancak böylesi durumlar sebebiyle mahkum olanlara "Kader Mahkumu" denir. Böylesi durumlarda verilen cezalar sebebiyle kader utanır, vicdanlar kanar...

Bütün bunları anlatırken, Alev Alatlı'nın Cumhurbaşkanı ve pek çok devlet erkanı önünde yapmış olduğu bir konuşma hatırıma geldi. O konuşmasında şöyle diyordu Alatlı;

"Aslolan helalleşmek olmalıdır.

Helalleşmek mahkemede dava kazanmaktan daha üstün olmalıdır. Çünkü her yasal hak, helal değildir ve olamaz.

...

İflas eden kardeşinizin haraç mezat satışa çıkarılan evini satın almanız yasal hakkınız olabilir, ama helal değildir.

İmar ruhsatı olan bir müteahhit şehrin ufkuna tecavüz ederken yasal olarak suçsuzdur, ama yaptığı iş helal değildir.

...

21. Yüzyılın en yaman projesi, helal olanı yasal olanla örtüştürmek olsa gerekir. Kadim değerlerle rabıtası zedelenen özgürlüklerin, şerden yana bükülmesini önlemenin yollarını bulmak zorundayız.

Yasaların tanıdığı haklardan insanlık veya Allah adına feragat etmenin garipsenmediği bir yeni düzen getirmek zorundayız."

İşte aynen Alev Alatlı'nın "Her yasal olan, helal değildir" sözlerinde olduğu gibi, her hapse düşen de gerçek manada suçlu olmayabilir.

Unutulmamalıdır ki, vicdanlarda beraat etmiş olmak, kaderin bir cilvesi olarak suçlu sayılmaktan çok daha önemlidir.

Öte yandan, ruh özgür oldukça bedenin hapiste olmasının çok da fazla bir önemi bulunmamaktadır.

Hapishaneler dışında özgürce dolaştıklarını düşündüğümüz nice insanlar vardır ki, aslında ruhen tutsaktırlar.

Asıl mahkumiyet, vicdan mahkemesinde hüküm giymiş ruhların mahkumiyetidir...

Esen Kalın...