Üniversite yıllarımda bir hocamızın sıkça tekrarladığı, "Dünya üzerindeki ülkeler, gelişmiş ülkeler, az gelişmiş ülkeler ve gelişmeleri engellenmiş ülkeler olmak üzere üçe ayrılır" sözününü hiç unutmuyorum.

Hocamızın, bazı ülkeler için gelişmemiş ülkeler demek yerine, gelişmesi engellenmiş ülkeler demesinin ne kadar doğru olduğunu anlamak için Afrika ve Ortadoğu'ya bakmak yeter de artar bile...

Gelişmeleri engellenmiş ülkeler varsa, pek tabidir ki bu ülkelerin gelişmelerini engelleyen ülkeler de var demektir. Kendilerini Dünyanın efendileri ve üstün ırk olarak gören bu ülkeler ve toplumlar, başta İngiltere, Fransa, Hollanda, Almanya, İspanya ve Portekiz olmak üzere Avrupa'daki kadim sömürgeci ülkeler olup, modern sömürgeciliğin gelişmesi ile birlikte Amerika da bu ülkeler arasına katılmıştır.

Sratejik olarak önemli coğrafyalarda ve zengin doğal kaynaklar üzerinde bulunan gelişmeleri engellenmiş ülkelerin dikkat çeken bir özelliği, bu ülkelerin hemen hemen hepsinin de Stockholm Sendromu denilen psikolojik bir rahatsızlığa tutulmuş olmalarıdır. Bu hastalık yüzünden gelişmeleri engellenmiş ülkelerin yakın gelecekte düzlüğe çıkmaları ve gerçek manada bağımsız ülkeler olmaları pek mümkün görünmüyor...

Stockholm Sendromu, insanın kendisini zora sokan ve üzen koşulları kabullenmesi, savunması, sıkıntıya sokan koşulların nedenlerini görmemesi, ezilmesine rağmen ezenin yanında yer alması, hatta ezen kişiye karşı minnet duyması olarak tanımlanabilir.

Kısacası, Stockholm Sendromuna uğramış olan kişi ya da toplumlar, celladına aşık olan maktüller gibidir...

Stockholm sendromuna tutulmuş ülkelerin en bilinenleri Afrika'da yer alırlar. Bu ülkeler, keşiflerin başladığı 15 inci yüzyıldan itibaren (güya medeni) Avrupalı ülkelerce sömürülmeye başlanmış, zaman içerisinde çehre değiştiren bu sömürü süreci günümüze kadar süregelmiştir.

Afrika'nın doğal kaynakları için birbirleriyle yarışa giren ve savaşan Avrupa ülkeleri, sömürge faaliyetlerini meşrulaştırmak için bu ülkelere "medeniyet götürme" yalanına ve misyonerlik faaliyetlerine sığınmışlardır.

Yüzyıllarca doğrudan sömürülen Afrika ülkeleri, 1900 lü yıllarda resmi olarak bağımsızlıklarını kazanmış olsalar da, gayri resmi olarak modern sömürü denilen yöntemle Avrupalılarca hala sömürülmeye devam etmektedirler.

Mesela, Fransa Afrika’daki sömürgelerinden çekilirken, Fransızca'nın ülkenin resmî dili olması ve eğitim dilinin gene Fransızca olmasını zorunlu tutmuştu.

Her ne kadar bağımsız olsalar da, Fransız eski sömürgesi olan ülkelerin kamu alımları ve kamu ihalelerinde Fransız çıkarlarını korumak ve Fransız şirketlerine öncelik vermek gibi bir zorunlulukları da vardır.

İşin ilginç yanı, Stockholm Sendromunun etkisiyle olsa gerek, sömürülen ülkeler durumlarından pek de şikayetçi görünmüyorlar...

Celladına aşık olan ülke ve toplumların bazıları Ortadoğu Bölgesinde yer almaktadır. Buradaki toplumların, kendilerini sömürenlere karşı gösterdikleri anlamsız ve saçma sempatinin pek çok örneğine tarihte şahit olduk. Bunun en son örneğini ise Katolik Kilisesi lideri Papa Francesco'nun yaklaşık on gün önce aniden Irak'a gerçekleştirdiği ziyarette gördük.

Sloganı, İncil'den alıntıyla "Hepiniz Kardeşsiniz" olarak belirlenen ziyarette, Papa ilk gün Bağdat'ta resmi temaslarda bulundu, sonraki gün ise Necef’e geçip Şii dünyasının en kıdemli alimi Ayetullah Sistanî ile buluştu. Gezinin sonraki bölümünde ise otonom Kürt bölgesini ve Hazreti İbrahim’in doğduğu yer olduğu söylenen arkeolojik mekan Ur’u ziyaret etti. Seyahati boyunca etrafa bol bol barış ve kardeşlik mesajları ile gülücükler dağıtan Papa, üç günlük ani ziyaret sonrasında semavî krallığına, yani Vatikan’a döndü.

Gelelim gezideki ilginçliklere;

Öncelikle belirtmeliyim ki, Papa’nın gezisi boyunca sık sık “Kardeşçe yaşamak”tan bahsedip ”Silahlar sussun, kimse öldürülmesin, şiddete, aşırıcılığa, hiziplere, hoşgörüsüzlüğe son verilsin" demesi, ister istemez Irak ve Suriye özelinde Ortadoğuyu bu hale kimin getirdiği ve yüzbinlerce Müslümanı kimin öldürdüğüne dair soruları hatıra getirdi.

Öye yandan, Papa Françesko’nun Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni ziyareti sırasında Barzani hükümeti bir skandala imza atarak, Papa’nın ziyareti için bastırmayı planladıkları puldaki haritada Sivas’tan Kars’a, Hatay’dan Hakkâri’ye kadar olan bölge “Kürdistan toprağı” olarak gösterdi. Her ne kadar Türkiye tarafından gelen tepkiler üzerine sözkonusu skandal pulun basımı gerçekleşememiş olsa da, böyle bir pulun çizilmiş olması bile herkesçe malum bir sırrın ifşası gibiydi.

Malum gezideki bir başka ilginçlik ise, Bodrum’da lastik botun batması sonucu hayatını kaybeden Suriyeli Aylan Bebeğin babası Abdullah Kurdi ile Papa'nın görüşmesiydi. Bu görüşmede, Aylan Bebeğin sahile vurmuş cesedinin resmedildiği bir tablo, sanki Aylan Bebek ve diğer pek çok mültecinin ölümünde sorumluluğu yokmuş gibi, Papaya hediye edildi.

Ortadoğuda dökülen kan ve gözyaşına karşı pasif kalan ve savaşlara müdahil olmayan Papa'nın zamanlaması manidar Irak ziyaretinin bölgede adeta bayram havası estirmesi "Celladına aşık olmak" sözünün bir tezahürü değildir de nedir?

Son sözü Ömer Hayyam söylesin;

Celladına aşık olmuşsa bir millet,

İster ezan, ister çan dinlet.

İtiraz etmiyorsa sürü gibi illet,

Müstehaktır ona her türlü zillet...

Esen Kalın...