Bu gün çok şey yazılıp çok şey söylenebilir. Yıkılacak, köhne ve çürümüş bir imparatorluğun küllerinden modern bir ülke yaratacak kadar ileri görüşlü, dünyayı gerektiğinde karşısına alacak kadar cesur, kendisini savaş meydanlarında bile okumak zorunda hissedecek kadar bilgiye aç, tüm cinslere, tüm yaş ve tümırklara eşit hak ve yaşama cesareti verebilecek kadar devrimci bir Atatürk için daha çok şey söylenebilir.

Bildiğim; bunca yıldır ölüm gününde huzuruna geçip gözlerine baktığımda tam bir çaresizliktir benimkisi. 

Ömrünü Osmanlı coğrafyasının çöllerinde savaşarak geçiren, hastalıklar, ölümün kıyısında bir yaşam.

Yaptığı onca devrim, yaşanılan onca savaş, cesaret, bilimin ışığında her şeye yeniden başlayan bir ülkeyi kuran bu koca yürekli önder yalnız, doğduğu coğrafyaya hasret, denizinin  kızı Savaronasından uzak, Dolmabahçe’nin soğuk koridorlarından veda etti.

Bir ülke için yaşanılan kocaman bir hayattı onunkisi. Kendini anlamaya başladığı ilk günden başlayarak kendini bir fikre o fikrin arkasından gidilecek cesarete ve bir milleti kurtarmaya adamıştı. Millet anlamış anlamamış bakmadan düşünmeden bir an bile.

Çünkü önderler cesaretlerinden değil gerçeği gördükleri için başarırlar. O bir yağmur damlası olarak doğdu, bir umman denize döndü etrafındakiler ile. O denizi yaratmak için ne büyük bir mücadele gerektiğini her bir damlaya anlatarak hem de.İşte bu nedenle herkes unutuldu o bir asırdır tüm çabalara rağmen unutturulamadı.

Ruhu şad olsun. Manevi huzurunda büyük bir saygı ile eğiliyorum.