06 Şubat günü meydana gelen ve merkez üssü Kahramanmaraş'ın Pazarcık ve Elbistan ilçeleri olan 7,7 ve 7,6 şiddetindeki iki büyük depremin ardından Kahramanmaraş, Adana, Gaziantep, Hatay, Malatya, Kilis, Osmaniye, Diyarbakır, Şanlıurfa, Adıyaman ve Elazığ’da âdete bir kıyamet yaşandı

Bu iki büyük depremin ardından 20 Şubat akşamı Hatay’da meydana gelen 6,4 ve 5,8 şiddetindeki iki ayrı depremle bölge yeniden sarsıldı. Bölgedeki yıkımın boyutu son depremlerle daha da artarken, 84 milyon insanımız kederde, acıda birbirimize kenetlenip, yaralarımızı sarmaya, merhem olmaya, acılarımızı azaltma çalıştık, Gözyaşlarımızı sel gibi akıttık. Maddi ve manevi yardımda birbirimizle yarıştık.

Artçıların sürdüğü kentlerde vatandaşlar bulabildikleri, alabildikleri çadırlarda, soğuk kış günlerinde yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Bu büyük felaketin bilançosu da her geçen gün daha da ağırlaşıyor. Yapılan son açıklamalara göre (25 Şubat/09.00)  depremde  44 bin 218 kişinin hayatını kaybettiği, Deprem bölgelerinde, 830 bin 783 binadaki 3 milyon 273 bin 605 bağımsız birimde hasar tespit çalışması yapıldı. Hasar tespit çalışması tamamlanan 105 bin 794 binadaki  384 bin 545 bağımsız birimin ağır hasarlı ve yıkık olduğu acil yıkılması gerektiği,  24 bin 464 binadaki 133 bin 575 bağımsız birimin orta hasarlı olduğu,  205 bin 86 binadaki 1 milyon 91 bin 720 bağımsız birimin az hasarlı,  407 bin 786 binadaki 1 milyon 409 bin 654 bağımsız birimin ise hasarsız olduğu resmi birimlerce söylendi.

Bu depremlerin yarattığı hasarın giderilmesi, aldığı canların acısı, açılan yaraların iyileşmesi uzun yıllar sürecek ve tarih sayfalarında en acı gün olarak yer alacaktır. Asla ve asla unutulmayacaktır.

Unutulmayacak başka şeylerde olacaktır. Daha fazla insanımızın can vermesine sebep olan erken müdahalenin yapılamaması, Koordinasyon eksikliğinin hat safhaya çıkması, sözde çok şiddetli depremlere dayanaklı diye çok yüklüce meblağlara satılan binaların âdete bir moloz yığınına dönmeleri ve bu binaların yapım aşamalarında gerekli kontrollerin yapılmaması, hükümetçe çıkarılan imar afları gibi birçok konu unutulmayacaklar arasında yer bulacaktır.

     

17 Ağustos 1999 depreminde olduğu gibi 06 ve 20 Şubat depremlerinde de yine herkes sorumluluğundan sıyrılmaya çalıştılar. Allah’ın takdiri ve kader planında olduğu söylenildi. Depremde yıkılan binanın sorumlusu olarak birkaç müteahhit “gerekli özenin gösterilmemesinden” ve “ruhsata aykırı şekilde bina inşa etmesinden” doğan zararlardan sorumlu olarak tutuklandı.

Peki, tek sorumlular müteahitler midir?

Deprem sebebiyle meydana gelen zararlarda yalnızca müteahhide veya idareye sorumluluk yüklemek doğru bir yaklaşım olmayacaktır.

Ülkemizde çok büyük maddi ve manevi zararlara sebep olan bu afette ülkedeki herkesin kendi üzerine düşen ve yerine getirmesi gereken sorumluluğu vardır.

Şöyle ki; Halk olarak bizler binalarımızı yaparken/yaptırırken en ucuz malzeme kullanmayı, olabildiğince binayı ucuza mal etmeyi, yetkililerin kontrolü olmadan dayanıksız zemin ve temellerin üzerine bile bile kaçak kat yapmayı, ev alırken depreme dayanıklılığından daha çok dış cephe süsüne, bahçesindeki süs havuzuna ya da sitede yaşayan kişilere göre ev almayı önceleyen bir millet olup çıktık.

Seçim zamanı geldiğinde bu eğreti binalarımıza tapu vermeyi, imar affı getirmeyi vaat eden siyasilerden yana oy kullanmayı tercih ettik. Bu tip siyasileri, belediye başkanlarını ve yöneticileri baş tacı yaptık.

Kanun koyucuların daha caydırıcı düzenlemeler ve idarenin denetimlerini daha dikkatli ve sıkı yapmasına fazla onay vermedik.

Nitekim denetimlerin sıkılaşması ve düzenlemelerin daha caydırıcı hâle gelmesi, binaların yapım sürecinde en yetkili çalışandan, en yetkili mühendise kadar herkesin işini daha özenli yapmasını sağlayamadık.

Böylece deprem her ne kadar önlenemeyen bir doğal olay olsa da sonucunda oluşabilecek zararları en aza indirilecek ve deprem kuşağında olan ülkemizin bu doğa olayından olabildiğince az zarar ve yara alarak çıkmasını sağlayacak her türlü önlemlerin alınmasında yetkililere baskı yapmak, işinin ehli olan kişileri iş başına getirmek yerine, yetkililerin kadercilik söylemlerine hak vererek boyun eğmekten öte bir şey yapamadık.

Sözün özü bu felaketten halkta, millette, hükümette, siyasilerde, belediyelerde, mühendislerde, müteahhitler ve inşaat işçileri de yetkileri ölçüsünde sorumlu ve suçludurlar.