"Her kim Allah Teâlâ’nın rızâsını kast ederek (büyük, küçük) bir mescid yaparsa, Allah da onun için Cennet’te bir ev yapar” denilmektedir...

İnancımıza göre, içlerinde Allah için ibadet edilen cami ve mescidler (tıpkı Kabe gibi) Allah’ın evleri ve buralara gelen müminler de Allah’ın ziyaretçileri kabul edilir. Allah ise ziyaretçilerine ikram edendir...

Öte yandan imanı ve imkanı olup da cami yaptırmak 'sadaka-i cariye' sayılır ve buralarda kılınan namazlardan ve edilen dualardan o mabedin yapılmasına vesile olanlara da sevap yazılacağına inanılır. İşte bu sebeple, atalarımız imkanları ölçüsünde cami yaptırma ya da camilere yardım etmede adeta birbirleriyle yarışmışlardır. Bu nedenle, özellikle kadim Osmanlı şehir ve kasabalarında adım başı bir cami veya mescide rastlamak sıradan bir durumdur...

Osmanlı'dan günümüze kadar gelen mabedlerin çoğunun ilginç ve ibretlik hikayeleri olduğunu biliyor muydunuz?

...

edemezsin. Yaptırdığın cami, tıpkı Şehzade Mustafa’nın ahını alan Zal Mahmud Paşa'nın yatırdığı cami gibi boş ve münzevi kalır...

Gönül yapmak insan olmak, gönül yıkmak ise insanı ve insanlığı yok etmek demektir...

Sufîler kalbi Beytullah, yani Allah'ın evi olarak adlandırmışlardır. Mevlana da bu hususta "İncitirken bir daha düşün, gönül Allahın mülküdür" demektedir...

Bu sebepten ötürü, gönül ehli kimselerin en çok korktuğu hususlardan biri kalp kırmak, gönül yıkmaktır. Onlar, insan kalbini nazargâh-ı ilâhî olarak gördükleri için, hep gönüller yapmaya çalışmışlardır...

Yunus Emre gönül yıkmanın kötülüğü konusunda "Gönül Çalab'ın tahtı/Çalap gönüle baktı/İki cihan bedbahtı/Kim gönül yıkar ise" derken, gönül yapmanın fazileti konusunda da "Yunus Emre der ki, ey hoca/Gerekse var bin hacca/Hepsinden iyice/Bir gönüle girmektir" demektedir...

Son söz Ömer Hayyam'dan gelsin;

Yalan yuvalandıysa dilinin ardında, haram kattıysan servetine malına, kırdığın bunca gönlün ahı yakında, yediğin kul hakkı sırtında oldukça, değil cami Kâbe’ye köprü yaptırsan ne fayda...