Bazı insanlar vardır; onları yalnızca tanımakla kalmaz dost der bağrınıza basarsınız. Onlar, bir kentin sessizliğinde yalnızca isimleriyle değil, duruşlarıyla ve kelimeleriyle yankılanırlar. İşte Yüksel Ercan da öyle biridir. Onun adı, Anadolu'nun taşlı yollarındaki yolculuklara, Türk milletinin bin yıllık yazgısına, gazetelerin kokusuna ve soluksuz kalan gecelere yazılmıştır. Onu anlatmak, bir ömre sığmayacak kadar derin bir vefayı satırlara dökmektir.

1960 yılının Ağustos ayında Erzincan’ın Kemah ilçesinde doğdu ama kaderi, onu doğduğu memleketin ötesine taşıdı. Aslında, her durakta biraz daha büyüyen bir çocuğun hikâyesidir onunki. Kars’ta başlayan çocukluk, Erzincan'da gençliğin kokusunu aldı, Kayseri'de hayata ilk adımlarını attı. Ardından gelen şehirler... Her şehirde bir kalem, her mevsimde bir defter sayfası kadar iz bıraktı. O, göç eden bir ailenin ferdi değil yalnızca, Anadolu’yu avuçlarının içinde taşıyan bir fikir işçisiydi.

Gazetecilik onun için bir meslekten öte, ruhunun yankısıydı. Hürriyet’te başlayan kalem yolculuğu, BAKIŞ gazetesinde bir direnişe, BİZİM DERGAH’ta bir dava arkadaşlığına dönüştü. Dergi değil, adeta bir fikir karakoluydu bastığı her sayı. Satırlarında yatan gerçek, o günlerin puslu zindanlarını bile aydınlatacak kadar güçlüydü. Cezaevinde olan yazar arkadaşlarının sesini duyurmak için ne bir beklentisi ne de bir tereddüdü vardı. O, kelimeleriyle hem nöbet tuttu hem dua etti.

Yüksel Ercan, yalnızca gazeteci değil; kelimelerin sırrına vakıf bir yürek işçisidir. Onu okurken sadece haber değil, insanın iç dünyasını deşen bir bakış, taşrada unutulmuş bir çocuğun gözyaşı, bir annenin duası okunur satır aralarında. Radikal'deki yazılarında modern zamanların sancısını, Ortadoğu gazetesinde ise Anadolu irfanını taşıdı sütunlara. Ve sonra, ekranların karşısında geçen beş yıl...

Konferanslarda konuştuğu vakit, sesinden bir öğüt değil; yılların süzgecinden geçmiş bir tecrübe, bir dostun omzuna bırakılan güven taşardı. Kalabalıklar arasında da yalnızdı çoğu kez, çünkü kalabalıklar onu sadece bir siyasetçi, bir gazeteci olarak görüyordu. Oysa biz, onu tanıyanlar, onun içindeki suskun ve vakur bilgeyi çok iyi biliyorduk.

Siyasetin dar yollarında MÇP ile başlayan yolculuğu, MHP’nin meclis salonlarında devam etti. Ama o hiçbir zaman siyaseti kirli pazarlıkların değil, halkla aynı sofraya oturmanın bir yolu olarak gördü. STK’larda aldığı görevlerle de yüreğini taşrada üşüyen her çocuğun yanına koydu. O, siyaseti merdiven olarak değil, bir yük olarak taşıdı.

Bugün Gebze'den günlük yazılar yazıyor. Her yazı, bir mektup gibi. Uzakta kalmış bir dosta yazılmış, sararmış bir zarfın içindeki içli cümleler gibi. Çünkü Yüksel Ercan, yazarken yalnızca haber vermiyor; umut aşılıyor, geçmişi onarıyor, yarını yazıyor.

İki çocuk babası, hayatı boyunca kalemini, mikrofonunu ve yüreğini hep aynı yerde tuttu: Halkın yanında. Ercan, bir isim değil, bir hafıza; bir dost değil, bir zaman tanığı. Onunla bir çay içmek bile, Anadolu’yu yeniden keşfetmek gibi.

Yüksel Ercan’ı anlatmak, bir ömrün sesini duymaktır. Bu yazı bir teşekkürse eğer, yalnızca onun yaşamına değil; bir milletin söz söyleyen vicdanına yazılmış bir teşekkürdür.

Ve bazı insanlar, yaşadıklarıyla değil; yaşattıklarıyla anılır. Yüksel Ercan da onlardan biridir. Çünkü o, kelimelerle şehirler kurdu, yüreklerde ev yaptı. Selam olsun güzel dosta..