Ünlü Rus yazarı Dostoyevski: “Yazılarımı yazarken kalemimi mürekkep hokkasına değil de, kan çanağına daldırıyormuşum gibi yazıyorum.” der.

Düşünen, ülkesi ve milleti için kaygı duyan herkesin bu duyguyu taşıması doğrudur.

​Çocukluk ve gençlik yıllarımdan itibaren ben de her zaman bazı ülke meselelerini sorgulamışımdır.

Meselâ çocukluk yıllarımda doğup, büyüdüğüm memleketimin ağaçsız kıraç alanları hep dikkatimi çekmiştir.

Oysa evimizin yolu üzerinde geniş bir alana kurulmuş hapishane bahçesinde her gün havalandırmaya çıkarılmış mahkûmları gördükçe kendi kendime: “Neden bu insanları burada boş, boş yatıracaklarına ilçemizin kıraç arazilerine ağaç diktirmezler.” demekten kendimi alamazdım.

​Çocukluktan gençliğe adım atarken sadece bulunduğum ilçenin değil de topyekûn ülke genelini düşündükçe sorgulamalarım ve endişelerimin dozu arttı.

Dış dünyadan haberleri televizyon olmadığı için kısa zamanda ısınan sık, sık parazit yapan batarya ile çalışan, lambalı radyolardan dinlerdik.

Seçimler yaklaştıkça siyasiler gelirlerdi, iktidar kanadı başka söyler, muhalefet kanadı çok daha başka.

Onlar konuştukça aklımız karışırdı.

​Sonra kendimizi 68 kuşağının ortasında bulduk.

Sağ – sol hareketleri bize batıdan gelmesine rağmen onlar kısa zamanda bu hareketleri kontrol altına aldılar ama hareketlerin dozu arttıkça, iki kutup arasında da kan dökülmeğe başladı.

Diyeceğim o ki; batı ülkelerinde başlayan ideolojik hareketler o ülkelerde önlenirken, bizde sağ ve sol olarak iki tarafında kendince haklı olduğu Kavga; bize miras kaldı ve biz o mirası 12 Mart 1971 muhtırası ve 12 Eylül 1980 darbesi ile ağır bir şekilde ödedik.

​O yıllarda da merhum Abdurrahim Karakoç’un “Kara Haber” şiirinin şu dörtlüğü hafızamdan hiç silinmedi:

“Ellerin yurdunda çiçek açarken

Bizim İl'e kar geliyor gardaşım.

Bu hududu kimler çizmiş gönlüme?

Dar geliyor, dar geliyor gardaşım.”

​Yazımın başlığına “Sorgulamazsak kandırılırız” sözcüklerini millet olarak sorgulamak, kıyaslama yapmak, istatistiki araştırma yapmaktan mahrum olduğumuz, peşinden gittiğimiz tek adamı zihnimizde yargılamadan tam inanmış şekilde peşinden gittiğimiz için koymuş bulundum.

​Oysa adamlar gözlerimizin içine baka, baka bizi kandırıyor, yalan söylüyorlar ve aldatıyorlar.

​Türkiye'de 16 Nisan 2017 Referandumuyla kabul edilen ve 9 Temmuz 2018 tarihinden itibaren uygulanmaya başlanan kuvvetler ayrılığına dayalı Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine geçtiğimiz günden bugüne kadar ekonomik yönden sürekli geriliyoruz.

​2018 Yılına 159,00 TL fiyatla başlayan Gram Altın, 2018 yılı sonunda 218,00 TL’ye yükselmiştir. Bugün itibarı ile ise 6000 TL’yi zorlamaktadır.

2018 yılı Dolar alış ortalaması 4, 82 TL iken, bugün 42, 26 TL’dir. Bu rakamlar bile 7 senede Türk lirasının ne kadar değer kaybettiğini ve Türk insanının özellikle sabit gelirli işçi, memur ve emeklinin ne kadar fakirleştiğini izah etmeğe yetiyor.

​Ama hükümet yetkililerine soracak olursanız hiçte yukarıya aldığımız rakamların dilinden konuşmuyorlar.

Onların deyimiyle ekonomimiz, uçuyor, kaçıyor dünyanın en büyük ekonomisine sahip bir ülkeyiz.

Tamam, dünyanın en büyük ekonomilerinden birine sahip olabiliriz ancak; yaptığımız ihracat, ithalatımızın kaçta kaçını karşılıyor neden bunun izahı yapılmıyor?

​Faiz sebep, enflasyon sonuç ekonomi biliminden, kur korumalı mevduat faizinden birileri ceplerini şişirirken, gariban halkın neler yaşadığını neden kimseler görmüyor.

Kur korumalı mevduatla birilerinin kasasına dolarlar akıtılırken kimin parası kimlerin cebine aktı, milletim sandık başına giderken bunları neden sorgulamıyor?