Söyle bileyim…
İçimde yıllardır adını koyamadığım bir sancı var.
Kimi zaman bir şarkının orta yerinde, kimi zaman bir insanın bakışında
kendini belli eden; ama hiçbir zaman tam konuşamayan bir sancı…

Söyle bileyim…
Hangi kelime anlatır kaybolmuşluğu?
Hangi cümle tarif eder içinin en dip köşesinde sessizce oturan kırgınlığı?
Bir yanım “unut” diye fısıldar, öteki yanım “bekle” diye tutar yakamdan.
Ben iki ateş arasında kalmış bir yürek gibi
ne ileri gidebiliyorum, ne de geri dönebiliyorum.

Söyle bileyim…
Gidenlerin bıraktığı boşluğu hangi umut doldurabilir?
Kalanların sessizliğini hangi söz susturabilir?
Bazen insan, en çok kendine bile söyleyemez içindekini…
Çünkü bilir ki konuşursa dökülecek her şey;
hem de taşıyamayacağı kadar ağır bir şekilde.

Söyle bileyim…
Belki de bu yüzden sustum yıllardır.
Kırgınlığımı gülüşlerimin altına sakladım,
derdimi geceye emanet ettim,
umutlarımı sabahın serinliğine bıraktım.
Ama ne yaparsam yapayım, içimde bir şey hep eksik kaldı.
Sanki yüreğimin bir rafında yarım kalmış bir hikâye duruyor hâlâ.

Söyle bileyim…
Kime anlatayım bu içimin yorgunluğunu?
Kime dökeyim bu birikmişliğin tortusunu?
Belki de en doğrusu, söyleyememek aslında…
Çünkü bazı acılar, dile gelince küçülüyor;
bazılarıysa konuşunca daha çok kanıyor.

Ama söyle bileyim…
İnsan bazen en çok, kendi içindeki sessizlikten korkuyor.
Gece çöktüğünde, herkes sustuğunda, sokaklar bile soluklandığında
bir tek yüreğin kalıyor konuşan…
Ve yüreğin konuştuğu her cümle,
dünyanın en acı gerçeğini yüzüne vuruyor:
Her yarayı zaman kapatmıyor.

Söyle bileyim…
Bazen geçmiş, insanın omzuna çöken görünmez bir yük gibi duruyor.
Ne atabiliyorsun, ne unutabiliyorsun;
her adımda peşinden geliyor,
her nefeste kendini hatırlatıyor.
Ben de öyleyim işte…
Her sabah yeni bir başlangıç sanıyorum her şeyi,
ama her akşam aynı yerimde buluyorum kendimi.

Söyle bileyim…
İçimde öyle kelimeler var ki,
söylesem dağ taş dayanmaz,
sussam ben dayanamam.
Bir yanım bağırmak istiyor gökyüzüne:
“Yoruldum!”
Öteki yanım fısıldıyor kulağıma:
“Az daha sabret…”

Söyle bileyim…
Belki de bu hayat,
bize en çok suskunluğumuzla yaşamasını öğretiyor.
Belki de insan en derin acısını
kimseye anlatamadığı için bu kadar yorgun.
Belki de en çok,
“Keşke zamanında söyleyebilseydim…” deyişimiz yakıyor içimizi.

Ve söyle bileyim…
Ne kadar kaçarsak kaçalım,
yüreğimizin acısı bir yerden yakalıyor bizi.
Ama yine de yürümek zorundayız,
çünkü durduğumuz yerde daha çok üşüyor insan.
Belki yolun sonunda bir umut vardır,
belki de sadece alışırız acımıza…
Kim bilir?