Cayra kara bir derenin dibindedir. Deli bir sesle akar Harşit deresi. Kenarlarında kurulu dükkanlar, evler alışılmışlıkla bu gürültünün kucağında uyur. Yağmurun yağmadığı gecelerde derenin çağıltısı, ormanın derin uğultusuna karışır.

Sokaklarda köpek ulumaları, yanıp sönen sarı sokak lambaları, ellerinde el feneri ile aceleci ilçe sakinleri. Kahvehanelerin sigara dumanına boğulmuş masalarında gürültülü,kavgalı kağıt oynanır. Kulağının arkasında kalem takılı garson üzerinde dumanı tüten çay bardaklarını dağıtır masalara ve rasyonlara işaret koyar.

Sigara dumanından gözleri kan çanağına dönmüş kirli sakallı kasabalılar, sisli pencerelerden meraklı gözler ile babalarını izleyen pembe yanaklı çocuklar, köpeklerin telaşıyla gece hızla ilerler ve zifiri karanlıkta kahvehanenin son ışığı da sönünce uyku saatleri başlar.

Küçük bir kasabaydı Cayra, ama çok oteli vardı. Silik tabelaları, küçücük bir resepsiyonu bezgin bakışları ile görevlileri, sakin adımlarla tahta merdivenleri tırmanır odalarına konuk ederlerdi.

Yıllar boyunca ihtilale kadar el yapımı silah imal eden köylüler bu silahları Cayra’ya getirir, bu otellerde satar bu otellerde felekten bir gece çalıp köylerine dönerlermiş. İhtilalden sonra bu şaşaalı hayat aniden son bulmuş, ilçenin sokaklarındaki neşe solmuş, otellerin rengi kararmış, perdeleri kapanmış ışıkları sönmüş.

Yıllar içinde soluk lobi ışıkları, köyüne dönemediği için konaklayan birkaç misafir ve arada sırada çapkınlık yapan birkaç delikanlı dışında hiç kimse kalmadı. Lobide küçük ocaklarda çay demleyerek sabahı uykulu gözlerle bekleyen otel nöbetçileri ve miskin kediler birde hayaller, hayaller.

Büyük değildir ilçe. Keskin bir dönüşle ana yoldan sert bir viraj ile dereye doğru inilir. Bir  iki viraj sonrasında solda sağlık ocağı. Çatısı kiremitli camları küçük duvarları kirli beyaz. Sağlık ocağının arkasında lojmanlar.

Bacalardan dumanı eksik olmaz. Önündeki boşlukta bir eski jeep. Brandası yırtık, kenarında Türk bayrağı ile forsu. Neredeyse hep sarhoş ince bıyıklı dar yüzlü şöförü. Garajda eski lastikleri, yağ tenekeleri kirli üstüpüler. Dört beş odalı bir sağlık ocağı.

Bekleme salonunun tam ortasında büyük eski bir döküm soba, birkaç tane park kanepesi, ışık alan pencerelere yakın yaprakları çürümüş çiçekler. Duvarlarda verem, temizlik ve su ile ilgili renkleri sararmış afişler. Kömür ve odun kovaları ekşi kömür kokusu odalarda eski masalar boyası dökülmüş çelik dolaplar. Her odada küçük bir soba eğer kış ise; üzerinde devamlı kaynayan çaydanlıklar. Mandalina, portakal kabukları çay bardaklarında buğulu çay kokusu.

Sağlık ocağını geçince biraz ileride orman şefliği. Önünde güçlü, kahverengi, kırmızı boyalı arazi araçları.  Geniş camlı odalarda ahşap panolar, kapılarda yakarak yazılmış isim levhaları. Pos bıyıklı iri orman mühendisleri, koltuklarının altında şapkalarını koyup kapıyı çalarak içeri giren muhafaza memurları.

Dilekçeleri ellerinde suskun ve sabır ile bekleyen köylüler. Orman şefliğini geçer geçmez ilçenin en büyük kahvesi, boyasız ahşap pencereleri, kirli camları yeşile boyalı duvarları odun ateşi ile ısınan çay ocağı, kirli bir lavabo ve daima taze kokan çay. Gürültü ile oyun oynayanlar, höpürdeterek çay içenler, kızgınlıklar kaba şakalar.Kahvehanenin sonu engebeli geniş bir düzlük.

Düzlüğün devamı çağıldayarak  akan  harşit. Derenin kenarında sırt sırta vermiş tek katlı dükkanlar.

Dere boyunca devam eden bu dükkanların karşısında bir ekmek fırını yan yana oteller, ileride tek katlı evler. Bu düzeni bozan harşit’e akan bir küçük dere onu devamında yine bir boyuna dizilen kolye gibi sıralanan dükkanlar ve evler. Bütün geceler ve gündüzler boyunca kavgaların, çocuk ağlamalarının, köpek ulumalarının bile sesini bastıran derenin gürültücü hakimiyeti.

Büyük bir gürültü ile akar, çok gürültülüdür nehir ama bir o kadar da merhametlidir.

Örneğin çocuklara hayrandır. Kenarında onların hayalleri ile oturmalarına izin verir ses çıkarmadan. Mesela aşıkların en iyi dinleyen dostudur.

Aşıklar saatlerce gözlerinde yaş anlatırlar dinler, dinler, dinler, hiç sesini çıkarmadan dinler. Bazen hayata kızgın adamlar gelir yanı başına, küfür eder,  bağırır silah sıkar. Nehirde anlar acılarını, susar sarmalar onları.

Nehirdir ya kalbi yok sanırlar oysa o taşkınlarında ölenler için çağıldar aslında.