Cayra’da yılın çok günü birbirine benzerdi. Yağmur varsa dere şamatasını arttırır, yağmur yoksa rutubetli bir güneş yüreğini sıkar insanı.

Sadece kış ve sadece birkaç gün kar yağınca dere belki saygısından susar, ağaçlar beyaz giyip birer gelin gibi salınırlar, taş döşeli küçük sokaklarda kar serinliği ve dudakları yakan keskinliği ile soğuturdu hepimizi.

O kısa karlı günlerde keskin virajlı yollar çalışmaz olur, nehir susar haddini aşan birkaç kuşun yaramazlığı ve köpeklerin şımarık kavgaları dışında huzurlu sokaklardan hızlı adımlar ile camekanlı dükkanlardan içeri giren ahali uzun ve tebessümlü muhabetler yapar, çıkarken de alışverişini yapıp çantalarını doldurup, geç olmadan eve dönerdi.

Kar yağsın diye beklerdim o yıllarda. Lojmanımın taş ve kalın duvarlarına giydirilmiş küçücük camlardan dışarıyı seyrederdim.

Önce serin bir rüzgâr ile içimin ürperdiğini hatırlıyorum.

O rüzgâr camımın kenarındaki selvinin dallarını döverdi uzun süre. Rüzgâr demek elektriklerin kesilmesi demekti. Camın beton pervazında her zaman hazırdı gaz lambası ve kibrit. Lambanın camını çıkarıp hızlıca siler ve fitili yakarsınız.

Cam ilk takılınca buğulanır bir süre, sonra ışık saçar. Derin camın ışıkla yanışını, dışardaki selvinin dallarının, gaz lambasından yansıyan oyununu seyrederdim. Benim çocukluğum radyoda tiyatro dinlemekle geçmişti. Çocukluğumun acılı yıllarında o radyo tiyatrolarında anlatılanları dinler,hayaller kurardım.

Çocukluğumun geçtiği o küçük kasabada da sık sık elektrikler kesilir, anam gaz lambasını yakardı hızlıca. Çok kar yağardı o kasabada sokaklar kararır gaz lambasının ışığı evin cumbasından dışarı taşar kar sanki üzerime ışık noktaları şeklinde düşerdi. Belki de bundan kar yağmasını beklerdim.

Rüzgârın ardından biraz yağmur çiseler ardından aniden kar başlardı. Hızlıca önce ağaçlar giyinir sonra sokaklar beyazlardı. Saate bakmadan eldivenlerimi giyer lojmanın önüne çıkardım hemen. Yüzüme dokunan kar taneleri, avuçlarımda sıktığım karın soğuğu, sırt üstü yatarken boynumdaki serin his. Sabah erken kalkar ve aslında belki de o senenin son karının üzerinden yürüyerek sağlık ocağına giderdim.

O sene kar gecikerek yağmıştı. Uyuya kalmışım. Uyandığımda her yer bembeyazdı. İçimdeki heyecanı hatırlıyorum. Banyonun odunlu sobasına birkaç odun attım sönmüştü yeniden yaktım.

Elektrik yoktu. Kömür sobasının kovasını değiştirdim, yenisi hazırdı tutuşturdum hemen. Alev alev yanmaya başladı soba. Anamın o karlı kış sabahlarındaki koşuşturması geldi aklıma. Gülümserdi hep severdi kış günlerini üşürdü çok ama yine de severdi. Çünkü kış demek evde herkesin olması ailece kahvaltı demekti.

Bende gülümsedim çayı koydum sobanın üstüne. Yarım saat içinde peynir soba üzerinde kızarmış ekmek ve çay ile kahvaltı. Banyo suyu ısınmıştı. Hızlıca yıkandım. Giyindim çıktım. Ayağımın altında çıtırdayan kar.

Bütün bir gün gelen hastalara baktım. Günün nasıl geçtiğini anlayamadım. Sağlık memuru “doktorum mesai bitti ben çıkıyorum” demese bilmeyecektim. Sağlık ocağından çıktım yerler çamur ama ağaçlarda kar duruyor hava kar kokuyor.

Temelin lokantasına indim. Karnımı doyururken jandarma komutanı geldi.

Ardından orman şefi. Çok acıkmışız, önce hiç konuşmadan yemeğimizi yedik. Ardından çaylarımız geldi. Lokantanın odun ateşinin kokusu yemeklerin kokusuna karışmış, camlarda buğu. Komutan “bu gecede yağsa kızak kaysak” dedi. Hepimizin gözü ışıldadı.

Neden hiç aklıma gelmemişti? “Kızağımız yok ki” dedim. Komutan gülümsedi “hocam sıkıntı yok ben şimdi karakolda yaptırırım birkaç tane. Ayrıca rusların getirdiği şu deniz yatakları var ya, geçen gün gördüm çocuklar onunla kayıyor zigana’da. Gönderir aldırırım birkaç tane." Çocukça gülümsedik ve ayrıldık.

O gece çok kar yağdı. Cayra’ya giriş yamacının kenarından başlayıp ocağa kadar ağaçsız tepede saatlerce kaydık.

Etrafımıza çocuklar toplandı. Kızaklarımızı onlar ile paylaştık.

Deniz yataklarını şişirdik patlatana kadar kaydık. Çocuklar güldü biz güldük. Lisenin öğretmenleri, şantiyenin mühendisleri ormancılar hızla kalabalıklaştık.

Şantiyenin iki büyük kamyonu farlarını yaktı, ışıl ışıl oldu bizim pist. Sabahın ilk ışıkları vuruyordu yüzümüze. Bir çocuk geldi yanıma “hocam” dedi. Bende inşallah büyüyüp sizin gibi çocuk olacağım.

Gülüştük sarıldı ellerime elimi öptü. Üstü ıslanmıştı. “hadi eve” dedim. “birde hastalık istemiyorum”.

Cayra’da sabah oluyor dere susmuş bizim kahkahalarımızı dinliyordu.