“Bir gün bitince anlıyorsun,

Bir gece kavurunca hayallerini,

Yağmur vakitlerinde kapında kopunca fırtına,

Ölsen ölemiyor, gülsen gülemiyorsun.

Cayra, 1990”

Sabah olunca karanlık ve gürültülü bir gecenin yorgunluğu soğuk ve yağmurun ıslak acısı ile kenarına oturduğum saman çuvalından kalktım.

Yağmur devam ediyordu.

Uzaklardan güneşin paçalladığı soba dumanları, derenin üzerinden hışımla akan ağaç gövdeleri, yıkılmış evler.

Derenin azgın sularının ulaşamayacağı yükseklerde kaybettiklerinin ardından dereye bakıp hışımla sigara içen adamlar, üzüntülü kadınlar.

Bütün bir gece zor geçmişti.

Karanlık çağıldayarak tüyleri ürperten sel sesi, ölüm korkusu, sonra bıkıp usanmadan yağan yağmur.

Nerede olduğunuzu anlayamadığınız bir sahipsizlik hissi.

Sabaha kadar huzursuzluk. İşte şimdi gün ağarmıştı. İçimdeki titremeye engel olamıyorum.

Sağlık ocağının devamındaki kahve de dahil her şeyi süpürmüştü sel.

Yüksek alanlar haricinde harşit deresi ilçenin merkezi de dahil her yerden akıyor, o mazlumların koruyucusu harşit bile bu çılgınlığa sesini çıkaramıyordu. Birkaç dükkan bir fırın ve bir otel dışında her yer sel altında kalmıştı.

Eczane, yemek yediğimiz lokanta, sıcacık çayı ile kahvaltı yaptığımız büfe hiç biri kalmamıştı.

Uzun uzun seyrettim ilçeyi. Elim kolum sanki çaresizlikle kırılmıştı.

Kasabanın ortasından akan dere öğleden sonra yavaş yavaş çekildi mekanına döndü.

Oturduğum eski koltuktan doğruldum. Yürüyerek lojmanımın yanındaki duvara ulaştım.

Kapım açılmış, eşyalarım sele teslim olmuş, yattığım çek yat kapıdan çıkıp lojmanın önünde kalmıştı.

Evin duvarlarında çamur, camlar kırık, hüzünlü bir kayıp anlayacağınız.

Derin bir nefes çektim.

Tüm personel yanımda, hemşirenin çocukları, köpeğim, sağlık memuru, ebe hanım ve onun annesi.

Hepimiz uzun uzun kayıplarımızı seyrettik.

Zaman saki durmuş gibiydi o gün.

Eğer akşam olmasa zamanı bilemeyeceğimiz bir matem ve yokluk zamanı.

Sabaha kadar saman torbaları üzerinde uyuduk.

Sabah yağmur durmuştu. Sular çekilmiş, sanki seli yapan o dereler değilmiş, sanki hiç yaşanmamış gibi.

Güneş dağların arasından doğdu.

Yağmur ve çamur hızla kurumaya başladı.lojmanları ve sağlık ocağını dolduran su çekildi çamur kurumaya başladı.

Sağlık ocağının emektar willis jeepi selden kaçamamış ve sel altında kalmıştı.

Yeşil brandası görülüyordu sadece.

Sağlık ocağının içine girdik.

Tüm personel hummalı bir çaba ile ocağın odalarındaki çamuru temizlemeye başladık.

Öğleye doğru sağlık müdür yardımcısı girdi ocaktan içeri. "Geçmiş olsun nasılsınız" demeden “ vali bey gelecek gerekli hazırlığı yapalım doktor bey” dedi.

Gülümsedim. “Müdür bey merak etmeyin hazırlanıyoruz zaten. Ayrıca geçmiş olsun dilekleriniz için teşekkür ederim” dedim. Yüzüme anlamsız bir ifade ile baktı. “Tamam” dedi. Çıktı.

Birkaç saat sonra ilin valisi yanında bürokratlar sağlık ocağından içeriye girdiler.

Çamur ile uğraşıyoruz üstümüz başımız perişan. Vali babacan yüzlü bir adam. Ellerimizi sıktı, ayağında çizmeler odaları dolaştı.

Dışarı çıktık bizim jeepi gördü. “Doktor bey” dedi. “Bu araç neden garajda değildi. Nasıl kurtarmadınız? Ben olsam ilk onu kurtarırdım.

“Sayın valim” dedim. “Daha önceki selde garaj yıkılmış, uzun zamandır tadilat bekliyoruz ama yapılamadı. Aracı çıkarabileceğimiz yol yağmur artınca geçilmez hale geldi.”

Gülümsedi “ben kurtarırdım doktor bey” dedi.

Arkalardan kalın sesi ile kasabanın delisi Eşref öksürdü. “Vali baba, vali baba” dedi.

Sen valiyken bir garajı yapamadın, doktordan arabayı soruyon. Oldumu, oldumu?” dedi.

Hava buz kesti.

Sağlık müdür yardımcısı sert bir şekilde sırtıma dokundu. “Bunun hesabını vereceksin” dedi.

Döndüm yüzüne baktım sadece gülümsedim.

Vali güldü.”doğru söylüyorsun.” dedi.

Kulağıma eğildi. “Bir meczup kadar aklımız kalmıyor bazen. Bu makam kör ediyor. Kusura bakma.” dedi.

Hızlı adımlarla ocağı terketti.

Eşref gülümsedi göz kırptı bana. “Deliyi dinle doktor deliyi.” dedi uzun uzun gülüştük.

O gün sağlık ocağını temizledik. Sonraki bir hafta sağlık ocağını temizledik.

Yatacak yerimiz yoktu, sokaklarda uyuduk sağlık ocağını temizledik.

O yıllarda sadece TRT vardı.

Orada bu sel baskınından bahsediliyordu.

Benimle röportaj yapan muhabire “hiçbir sorun yok her şey kontrol altında” derken sağlık ocağının tek temiz duvarında ayağımda çamurlu postallarım vardı.