Öyle bir tatlı çeşidi düşünün ki, hayatın neredeyse bütün önemli hadiselerine şahitlik etsin ve olaylara anlam katsın; doğuma, ölüme, düğüne ve daha bir sürü sevincli ve kederli hadiseye...

Evet, yazımın başlığından da anlayacağınız üzere, helvadan bahsediyorum.

Helva, pek çok kültürde var olan ve kadim zamanlardan bu yana hem besleyiciliği hem de lezzeti ile sofralarımızın baş tacı olan enfes bir tatlıdır. Taşıdığı özellikler ve tarihi geçmişine bakılınca, aslında o bir tatlıdan çok daha fazlasıdır...

Günümüzde, Anadolu'nun bazı kasabalarında kalanlar haricinde, eski helvacı lokantalarına artık pek fazla rastlanmasa da, helva imal edip satan pek çok firmanın varlığı, helvanın saltanatının hala devam etmekte olduğunu gösteriyor.

Balkanlar'dan Hindistan'a kadar pek çok kültürün kendine mal ettiği helva, Mısır'da ve Sanskritçede halawa, Arapçanın farklı aksanlarında hilva veya halawi, Türkçe, Yunananca, İbranicede ve Hindistan'ın bazı yerel dillerinde ise helva olarak tanımlanmaktadır.

Edindiğim bilgilere göre helva kelimesi Arapça’da "tatlı" anlamına gelmekte ve bütün tatlıları ifade eden "hulviyyat" sözcüğünden türemektedir. Yani, Arap mutfak kültüründe bütün tatlılar için "helva" kelimesi kullanılırken, Türk kültüründe helva, özel bir tatlının adıdır.

Osmanlı'da sarayın mutfaklar bölümünde inşa edilen ve “helvahâne” olarak adlandırılan bir mekân bulunmaktaymış. Helvahane, beslenmeye yönelik hizmetin yanısıra “saray eczanesi” olarak da işlev görürmüş. Ayrıca, Topkapı Sarayı’ndaki tatlıcı teşkilatına da “Helvahâne Ocağı” deniliyormuş.

Helva’nın dünyada ilk olarak Orta Doğu ve Balkan ülkelerinde yapıldığı bilinmektedir. Bu nedenle de Türk, Arap ve Yahudi toplumların yaşadıkları her yerde helvaya rastlamak oldukça olasıdır.

Bazı bilim adamlarınca helvanın ilk kez 12'nci yüzyılda İstanbul’da ortaya çıktığını öne sürülmekte ise de, helvanın tarihinin MÖ 3000'li yıllara kadar uzandığını söyleyenler de var.

Türk yemek kültüründe balık yemeklerinin finalini helva ile yapmak adeta bir ritüel gibidir.

Yapılan araştırmalar, balıktan sonra helva yenilmesinin sağlık açısından son derece faydalı olduğunu ve bu iki besin kaynağının birbirlerini dengelediğini ortaya koymuş. Çünkü balığın vücuttan su atma, helvanın da su tutma özelliği varmış. Kısacası, balıktan sonra yenilen helva vücudun su kaybını önlüyormuş.

Balığın üzerine helva yenmesinin tek faydası tabi ki bu değil. Helva, içerdiği tahin sayesinde denizlerdeki kirlilikten dolayı balıklarda biriken ağır metalleri sıfırlıyor, radyasyon ve bazı ilaçların etkilerinden vücudu koruyor, aynı zamanda vücuttaki fosfor miktarını düzenleyerek midedeki asit dengesini sağlıyormuş.

Farklı kültürlerde farklı helva çeşitlerine rastlamak mümkündür. Balkanlar ve Orta Doğu'da tahinle yapılanların yanı sıra, Hindistan ve Bangladeş'te bezelye ve havuçtan mamul koyu kıvamlı bir akıcı tatlı olarak da yapıldığı bilinmektedir. Türk mutfağında ise özellikle tahin helvası, un helvası ve irmik helvası yaygındır.

Peki, Yavuz Sultan Selimin 1516'da çıktığı Mısır Seferinde helvanın önemli bir fonksiyon üstlendiğini hiç duymuş muydunuz?

Yavuz ordusuyla Mısır Seferi'ne çıktığında, Mısır'ın başkenti Kahire'ye ulaşmak için 2500 lilometrelik Sina Çölünü geçmesi gerekiyordu. O dönemin şartlarında, gündüz adeta cehennem, gece de buz gibi soğuk olan bu kurak ve çorak çölü koca bir ordu ile geçmek neredeyse imkansız gibiymiş. Yavuz, bütün olumsuzluklara rağmen Sina Çölünü geçip Mısır'a gitmeye karar vermiş.

Yavuz'un kararı çılgınca ve imkansız bir karar olmasına rağmen, rivayetlere göre Osmanlı ordusu 13 gün gibi kısa bir sürede Sina Çölünü geçmeyi başarmıştı.

Yavuzun başarısını anlayabilmek için, büyük bir askeri deha sayılan Napolyon'un Yavuz'dan üç yüz yıl sonra bile tam techizatlı ordusuyla Sina Çölünü geçmeyi başaramadığını ve Fransız askerlerin susuzluktan çıldırarak birbirlerini vurduklarını bilmek yeter de artar bile...

Yavuz sultan Selim Han’ın koca bir orduyla Sina Çölünü nasıl geçebildiğini araştırmak üzere birçok Amerikalı bilim adamı yakın tarihte İstanbul'a gelir ve arşivlerimizdeki hummalı çalışmaların ardından cevabı bulurlar; helvaa!

Yavuz Sultan Selim daha 16. Yüzyılda helvanın su tutma özelliğini keşfetmiş ve askerlerine her öğünde helva vererek vücutlarındaki su kaybını önlemiş, bu suretle de geçilmez denilen Sina Çölünü ordusuyla geçebilmişti...

Günümüzde Osmanlı Padişahlarına dil uzatıp karalamaya çalışanların, sırf bu hadise sebebiyle bile utanmaları gerekir diye düşünüyorum...

Burada önemli bir bilgiyi de vermekte fayda var;

Amerikalı bilim adamları bahse konu araştırmayı boşuna yapmamışlar; ne yazık ki, elde ettikleri bu bilgiyi Irak'ın işgalinde ve Ortadoğudaki pek çok kirli operasyonlarında kullanmışlardır.

Son sözler tabi ki helva üzerine;

Zengin helvasını baldan pişirir, züğürt derman için pekmez bulamaz.

Aça kuru ekmek, bal helvası gibi gelir.

Sabırla koruk helva olur, dut yaprağı ipek.

Esen Kalın...