İnsan ya da hayvan olduklarına bakmaksızın, herhangi bir çıkar ve karşılık beklentisi olmadan başkalarına yapılan her türlü yardıma iyilik denir.

İyilik, muhatabını mutlu etmenin yanında, sinerji yoluyla bütün toplumu etkileyen pozitif bir eylemdir

Hiç şüphesiz ki hayatımızın anlam bulduğu en nadide anlardan biri, yaptığımız iyilikler sonucu başkalarının mutlululuklarına şahit olduğumuz andır.

İyilik yapmanın sayısız türü vardır. Bir garibanın karnını doyurmak veya giydirmek, sadaka vermek, borcu olanların borcunu ödemek, yolda kalanlara yardımcı olmak, sokaktaki hayvanları sulayıp beslemek, yolda bulunan bir taşı kenara koymak gibi pek çok eylemin yanısıra, samimi bir gülümseme bile iyilik sayılır...

Pek çok kadim değerdeki değişim gibi, ne yazık ki iyilik yapma alışkanlığımızda da olumsuz yönde değişimler oldu. "Besle kargayı oysun gözünü" ve "Babana bile güvenme" gibi sözler ile iyilik yapma duygularımız törpülenmeye çalışıldı ve yazık ki kısmen de olsa başarıldı.

Oysa ki Peygamber Efendimizin varoluş gayemizi açıklar mahiyetteki şu duası, iyilik yapmanın önemini en özlü haliyle ne güzel anlatmaktadır:

“Allah’ım! Yaşamayı benim için her türlü iyiliği artırma vesilesi yap, ölümü de benim için her türlü kötülükten kurtuluş sebebi kıl”

İyilik yapmak, insan olmanın şiarındandır. Bu nedenle de son nefesimizi verinceye kadar iyilik yapmaktan asla vazgeçmemeliyiz...

İyilik yapmak hediye sunmak gibidir; ihtimam ister, incelik ister.

Diderot, “Yalnız iyilik yapmak yetmez, iyiliği zarafetle yapmak da lazımdır” demektedir.

Peki, iyilikte adep nedir?

İyiliğin gizli yapılanı makbuldur.

Bakara Suresi 271'inci ayette;

"Sadakayı açık verirseniz güzel olur, gizli verirseniz sizin için daha hayırlıdır",

Bir Hadis-i Şerifte de;

"Kıyamette, başka himaye bulunmayan günde Allahü Teâlânın himayesindeki yedi kişiden biri, verdiği sadakayı gizleyen, sağ elinin verdiğinden sol eli haberi olmayan kimsedir" denilmektedir.

Osmanlı toplumunda sadaka taşları vardı ve insanlar yapacakları yardımları gece karanlığında buralara bırakır, muhtaçları rencide etmemeye özen gösterirlerdi.

Atalarımız yapacakları yardımları fakir uyurken cebine gizlice koyar veya bir çocuk vasıtasıyle fakire gönderirlerdi ki, böylece fakiri şükran borcu altına sokmazlardı.

Öte yandan, yapılan iyiliği başa kakmak, ondan gelecek bütün sevabı yok eder, boşa çıkarır ve sanki o iyilik hiç yapılmamış gibi olur.

Nitekim bu konuda Bakara sûresinin 263 ve 264’ncü ayetleri ile Müddesir süresinin 6'ncı ayetinde şöyle buyurulmaktadır;

“Tatlı ve güzel bir söz, ardından eziyet ve başa kakma gelen bir bağıştan daha hayırlıdır”

"İyilik ve bağışlarımız başa kakmak ve eziyet etmek suretiyle işe yaramaz hâle geliverir de kazandığımızı zannederken farkına varmadan kaybediveririz"

"Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma"

İyilik etmenin başka bir adabı ise, iyiliğin gösteriş maksadıyla yapılmamasıdır.

Bu husustaki bir Hadis-i Şerifte;

"İyi bir amel yapanın amel defterine gizli yapılmış salih amel olarak yazılır ve sevabı yetmiş kat artırılır. Kişi bu ameli açıklarsa, aşikâre amel sevabı yazılır. Artırılan sevapları silinir. Bu amelini herkese söyler, adının anılmasından ve övülmekten hoşlanırsa, aşikâre amel sevabı da silinir, gösteriş, riya olarak yazılır" denilmektedir.

Ömer bin Hâris buyuruyor ki:

“İnsanlar eskiden iyilik yaparlar, söylemezlerdi. Daha sonraları yaptıkları iyilikleri söylemeye başladılar. Şimdi ise iyilik yapmadan söylüyorlar”

İyilikteki bir başka edep, incitmeden verebilmek, verebildiğine şükretmektir.

Nietzsche, "Tüm hayatı boyunca kendisine yapılan iyiliklerin ağırlığı altında ezilerek minnettarlıklarını gösteren pek çok esir ruh vardır.” demektedir.

İyilikler gönülden yapılmalıdır. Gönülden yapılan iyilikler, insanlar arasındaki muhabbet ve kardeşlik duygularını kuvvetlendirdiği gibi, Allâh’ın rızasını kazanmaya da vesile olur.

Bir hanımefendi anlatıyor :

Ninem yaşlı ve kimsesiz komşumuza yemek götürmemi söyledi. Ben de bir tepsiye rastgele biraz yemek ve üst üste çeşitli meyveler koydum. Tam dışarı çıkacaktım ki babam beni görüp sordu:

- Nereye gidiyorsun kızım?

"Ninem bunları kimsesiz yaşlı komşumuza götürmemi söyledi" diye cevap verdim. Bunun üzerine babam:

- Kızım, mutfaktan birkaç tabak daha getir ve her bir yiyeceği ayrı bir tabağa koy. Tepsiye kaşık, çatal, bıçak ve bir bardak da su koy, öyle götür" dedi.

Dediklerinin hepsini yaptım ve tepsiyi komşumuza götürdüm. Dönünce babama neden böyle birşey yapmamı istediğini sordum. Babam :

"Yemek ikram etmek mal sadakasıdır, bunu özenle yapmak ise gönül sadakasıdır. Birincisi karnı doyurur, ikincisi ise kalbi doyurur. Birincisi, muhatabına dilenci hissini verirken, ikincisi, yakın bir dost veya hatırlı bir misafir hissini verir. Maldan vermek ile gönülden vermek arasında büyük bir fark vardır. Gönülden olanın hem Allah katında, hem de insanlar yanında değeri daha büyüktür" diye cevap verdi.

Sonra gözlerimin içine bakarak sözlerini şöyle tamamladı:

"Bak yavrucuğum; yapacağımız ikramlar, sevgi ve iyilikle birlikte olmalı, aşağılayıcı, küçük düşürücü, gönül kırıcı ve utandırıcı olmamalı"

Son söz Mevlana'dan;

İstiyorsan Hakk'a varmayı,

Meslek edin gönül almayı,

Bırak saraylarda mermer olmayı,

Toprak ol bağrında güller yetiştir...

Esen Kalın...