Bugün türkü tadında, şiir kokan bir yazı kaleme almak istiyorum. Biraz gurbetten bahsetsin, biraz hüzünden. Biraz bizden bahsetsin, biraz kör, sağır ve dilsiz şehirden. Biraz, alacakaranlık gecenin zemheriyi andıran, içimizi donduran soğuğundan. Mayıs ayının başındayız ama cemre hala yüreğimize düşmedi Evlat.

Akşamdan yorganını başına çekip uyuyan Ay’dan ve bir türlü görünmeyen Zühre yıldızından. Sürüp giden bir hikâyedir bizimkisi. Şafak himmet etmedi bize, gündüz kapkara göründü hep gözümüze. İki kapılı handa geçimimiz. Tek başınalık bizim seçimimiz değil Evlat

Kime boyun bükeyim, kime yalvarayım, kimin kapısında el pençe divan durayım. Hangi divana varayım. Herkes kendi çanağına sağar Evlat.

Yarının gelmesi için bugünün kurban olması lazım. Ben yalnızlıklarımı gecenin karanlıklarına gizledim hep. Gündüzleri size bıraktım, sizin şiirinizi yazıp, sizin bestenizi dinletiyorum ruhuma her gece. Hep şiirlerimi üç kıta yazıyorum, her kıtasını ayrı besteliyorum. Hep aynı duyulsa nağmeler, geceler uzun, sıkılır insan Evlat.

Ben her gece kitaplar kadar hayatı da okuyorum. Belki bu yüzden anlamıyor olabilirsin beni. Hayat kitaplarda yazılanlardan çok daha karmaşık. O karmaşıklığı biraz olsun sizin adınıza çözmek için didinip duruyorum. Bu yüzden yalnız kalmayı yeğliyorum. Zaten yalnız değil miyiz hepimiz? Her birimiz ayrı odalarda, ayrı dünyalarda yaşıyoruz. Birimiz geceyi yaşıyoruz, birimiz gündüzü. Birimiz hayatın başındayız, birimiz sonundayız.  Hepimiz bir yerlerde yalnızlığın kahrını çekiyoruz. Birimiz yaşamak için, birimiz yaşatmak için Evlat.

Her gece, üç kıtalık şiirlerimle bir düş kurarım. O düşte bir kuş olup şehirlerin üzerinde uçar zirvelere konarım. Rüzgârlarla boğuşurum, sellerin önüne bent kurarım, uçurumların kıyısından geçerim arkamdan gelenler için keşfederim.  Ovalar boyunca uçup giden kuşlar görürüm, sonra rengârenk çiçekler. Dört başı mamur bağlar görürüm, mutlu yarınlar. O düşlerde özne ben değilsem ya ben neyin sancısını çekerim Evlat ?

Dayanamıyorum bu hoyratlıklara, bu vurdumduymazlıklara. Neden bu düşün peşine düşme cesaretini kimse gösteremiyor? Kendimi büyük bir aşka düşmüş, umutları dipsiz bir kuyuya bırakılmış, bezgin bir divane gibi hissediyorum. Oyuncakları elinden alınmış bir çocuğun sesi gibi bir hüzün var içimde. Kimseye anlatamadığım, kimseye duyuramadığım bir sızım var içimde. Durup durup öylesine dalıyorum ufuklara. Bazen mahsun, bazen mahmur, bazen mütebessim bir yüz ifadesiyle bakıyorum mısralara. Sonra bir Erzurum türküsü dökülüyor dilimden Evlat:

“Oğul daldı yüreğim daldı

Oğul çöl yokuş beni aldı

Ele yıkılasın memleket

Hasretim sende aldı.”

Ve sonra üç kıtalık şiirler yazmaya ve bestelemeye hiç ara vermeden devam ediyorum.