Türkiye 14 mayıs Pazar günü olağanüstü öneme sahip bir seçime gidiyor, seçmen sabah saatlerinden itibaren bir sandıkta Tayyip Erdoğan –Kemal Kılıçdarğlu ikilisinden birisini Cumhurbaşkanlığı makamına taşırken diğer sandıkta da TBMM’de görev yapacak 600 milletvekilini seçecek.

Normal demokrasi kültürünün hüküm sürdüğü ülkelerde seçmen seçim öncesi başta Cumhurbaşkanı adayları olmak üzere tüm milletvekili adaylarının vaatlerini imkan bulabildiği iletişim araçlarından takip ettikten sonra sandığa gidip oyunu kullanıyor.

Ancak biz 2023 yılına girdiğimiz şu günlerde demokrasiyi henüz içselleştiremediğimizden olsa gerek son derece demokratik bir süreçte tamamlanması gereken seçimi adeta bir “savaş” kendisine karşı olan seçmeni de “düşman” olarak kabul etmekten bir türlü geri durmuyoruz.

Bizim vatandaşımız aradan çok uzun yıllar geçmesine rağmen bir türlü özlediği hayat standardına ulaşamadığından ve artık herkesin gırtlağını sıkan ekonomik sıkıntılar dolayısı ile sadece ve sadece hayata tutunmaya, hayatta kalmaya çalıştığından dolayı evden dışarıya adım atamıyor ve zamanının büyük bölümünü kendi meşrebine uygun televizyon kanallarının karşısında geçirmek zorunda kalıyor.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi dolayısı ile seçmen tam ortadan ikiye bölününce ortadan bölünen o seçmeni konsolide etmek yani bir arada tutmak adına önce siyasetçiler, sonra siyasetçilerin yakın çevresi ondan sonrada var olan siyasi görüşlere yakın medya mensupları gece gündüz demeden seçmeni sanki kazanılması yüzde yüz gereken bir savaşın askerleri olarak cepheye sürmekten asla geri durmuyorlar.

İçerisinde bulunduğumuz günlerde en yakınımızdaki arkadaşlarımızla, komşularımızla, esnaflarla daha geniş anlamda nerede ise hiç kimse ile iki kelam etme imkanı kalmadı.

Gece sabahlara kadar özellikle televizyon ekranlarını mesken tutmuş kadrolu yorumcuların ağızlarından tükürükler savurarak ettikleri hakaret ve küfürleri dinleye dinleye belli bir zaman sonra onlara benzeyen vatandaş ertesi sabah sokağa çıkar çıkmaz içerisindeki zehiri dökecek birisini bulur bulmaz başlıyor bağırmaya.

Bu kötü gidişin sürdürülebilirliği kalmadı, Cenaze namazlarında bile başlayan ve her geçen dakika dozu artan tartışmalardan işin doğrusu hepimiz bıktık, usandık ama daha çok yorulduk.

O özlemini çektiğimiz bizi biz yapan Sağduyunun nerelere gittiğini, bizi nerelerde beklediğini işin doğrusu artık bizde bilmiyoruz.

Hal böyle olunca “en iyisi dilsiz olmak” düsturuyla yeniden birbirimizi sevdiğimiz ama daha çok saydığımız günlerin özlemini daha çok duyar olduk.