Saygınlık ve itibar; statüyle çokça ölçülmeye başlandı. Makamın, mansıbın nedir, önemli sayılabilecek kişilerle bir yakınlığın, dostluğun var mı? sorusu tanışmanın, konuşmanın, seyrini belirleyen en can alıcı ölçme, değerlendirme soruları olarak karşımıza çıkıyor.

Geçen hafta bir dostum beni yemeğe davet etti. Yemekte tanıdık dostların yanında ilk defa karşılaştığım büyük makam ve mansıp sahipleri de varmış meğer. Adet olduğu üzere önce sırasıyla kendimizi tanıttık. Bana sıra gelene kadar kendini tanıtan dostların her birinin maşallah sayfalar dolusu rütbeleri, mevkileri ve makamları varmış. Saya saya bitiremediler. Geçmiş de yaptıkları işler ve makamlarının yanı sıra gelecekte alacakları makamları da sayanlar oldu. Sıra bana gelince adımı ve soyadımı birde çalıştığım kurumu söyledim sadece. Baktım dudak bükenler oldu.

Beni çağıran dostum anlamış olacak ki ve bir de kendini kurtarmak için belki de benimle ilgili, yanındakilere bir şeyler fısıldadığını işittim. O kadar makam ve mansıp sahibi kişilerin yanında benim olmamda olacak iş değildi ama…

Bir başarı, bir makam pornografisidir gidiyor. Servetler, makamlar, rütbeler yarışıyor. Ancak sorun şu ki “fare yarışını kazanmanın sorunu , hala bir faresin “demişti nüktedan birisi. Bunca aldığın makam, mevkiye karşılık insanlıktan, yani tevazudan, yani adab-ı muaşeretten mahrum kalmışsın. Sen hangi kürkü üzerine giyersen giy, sen yine bildiğimiz sensin. Eninde sonunda o kürk üzerinden çıkacak ve üryan kalacaksın.

Bu devirde takdir edilecek, parmakla gösterilecek adamlar makam ve mansıp sahipleri olmamalı. Herkesin hediye aldığı yerde hediye almayan adam olmalı, herkesin birbirine tabasbus gösterdiği yerde dik duran adam olmalı, ahlakı doğruları olan adam olmalı, prensipleri olan adam olmalı, buğday başakları gibi derviş misali boynu eğik, mütevazı adam olmalı, merhametli, vicdanlı, adaletli…

Yalnızca kendini sevmek, sırf kendi egolarını tatmin etmek, bir parça milletten ilgi dilenmek için bu kadar söz sarfiyatının kendimize yüklediği ekstra bir maliyetin farkına varmalıyız. Birbirimizle rahat ve anlamak gayesiyle bir sohbet ortamı oluşturmaya gayret göstermeliyiz.

Dost sohbetleri insanları yormamalı. Açık sarih ve dostça olmalı. Bu ne dedi, aslında ne demek istedi? .Her konuşanın sözlerinin bu minval üzerine bir değerlendirmeye tabi tutulması insanları yorar.

Pandemi bizi yordu, günlük hayatın amansız çarkları bizi yordu, birbirimizle didişmek bizi yordu. Çok yorulduk. Artık sevdiklerimizin bizi yormasına tahammülümüz kalmadı.

İnsanlar hasım gördüklerinden kötülük bekliyorlar. Kendinden gördüğü, kendi gibi gördüğü insanların yanında huzur bulmak ve rahat olmak istiyorlar. Oysa üstü kapalı, şifreli konuşmalar, davranışlar, kendinden saydığın kişileri de yorar, başkalaştırır, uzaklaştırır ve zamanla bilinçaltında hasımlaştırır. Bu kadar sorunun arasından birbirimize yardımcı olarak, severek, güvenerek çıkabiliriz.

Arkadaşlar dostlarınızla toplantılarınızda, benliklerinizden sıyrılın, üryan olun, güvene acı soğan doğramayın.