Bazı yolculuklar vardır; insanı sadece coğrafyadan değil, kendinden de uzaklaştırır. İşte benim gurbetim tam da böyle bir şeydi. Sadece doğup büyüdüğüm topraklardan kopmadım; sevdiklerimden, alışkanlıklarımdan, hatta yüreğimin bir parçasından da ayrıldım. Bedenim uzak diyarlarda, ama asıl uzakta olan ruhumdu.

İçimdeki gurbet, dışımdaki yalnızlığı katladı. Kalabalık şehirlerde yürürken bile yapayalnız hissettim kendimi. Yüzler tanıdıksız, sesler anlamsız, sabahlar tatsızdı. Hasret, ekmeğe sürdüğüm zeytin kadar bile tat vermez oldu. Her an bir özlem, her dakika bir sızı. Ne bir gülüş tamdı, ne de bir şarkı sonuna kadar söylenebildi.

Ama en çok da geceler konuştu benimle. Uykusuz kaldığım her an, çocukluğumun sokaklarında dolaştım içimden. Annemin sesi yankılandı duvarlarımda, babamın ayak sesi gibi geçti içimden trenler. Bir türkü tutturmaya çalıştım; yarım kaldı. Çünkü her mısra, memlekete çıkıyordu.

Gurbet sadece uzaklık değilmiş; bazen bir suskunluk, bazen bir gözyaşıymış. Bazen bir adres, bazen de hiç gönderilmeyen mektupmuş. Ve ben ne zaman aynaya baksam, hem bir yabancıyı hem de yorgun bir memleket özlemini görür oldum.

İçimdeki gurbet, dışımdakinden daha derin. Çünkü dışımdaki zamanla alışıyor, ama içimdeki hâlâ aynı yerde ağlıyor. Belki de insanın asıl gurbette olduğu yer, yüreğinin eksildiği yerdir.

Ve bilirim ki bazı yollar geri dönülmezdir. Geri dönsen bile bıraktığın gibi bulamazsın hiçbir şeyi. Ne ev aynı evdir, ne de sen eski sensindir. O yüzden bazen bir selam yollamakla yetinir insan; yüreğiyle sarılır uzaktan, gözyaşıyla konuşur sessizce.

Şimdi, buradayım. Ama içimde hâlâ bir köy var. Toprağının kokusunu unutmayan, taşlarına basarken dua eden, gökyüzüne bakınca çocukluğunu hatırlayan bir köy... O köyden uzağım belki ama her gece yüreğim orada, yıldızlara yakın bir hayalin içinde...