Yakın tarihimizde bu ülkede İslam’ın bu kadar yaygın ve yoğun anlatıldığı ve konuşulduğu bir dönem hatırlamıyorum.

  Diyanet, binlerce Kur’an kursu, on binlerce cami görevlisi, yüzlerce medrese, binlerce İmam-Hatip Lisesi, yüzü aşkın İlâhiyat Fakültesi… 
Sayısını bilmediğimiz dergâh, tekke, zaviye… İslamî cemaat ve cemiyetler… 
Dinî duyarlılığı olan sayısız vakıflar... Yine sayısını bilemediğimiz Sivil Toplum Kuruluşları… Gönüllü Kültür Teşekkülleri… Belediyelerin düzenlediği etkinlikler… 
Gençlik Spor Bakanlığının Gençlik Merkezleri… 
Kitap Kafeler… KYK’larda manevî rehberler… Cezaevlerindeki irşad görevlileri… İslâmî hassasiyeti olan aydın, akademisyen, entelektüel, düşünür, yazar, kanaat önderi, cemaat lideri…

  Dini içerikli yayınlar, kültürel ve sosyal faaliyetler… Bilinçli gençlik projeleri, kampları, nesli ıslah ve irşad programları… İslamî çevrelerin medya açılım ve atılımları… Sanal ve sanatâ görünürlük başını aldı gidiyor…

  Konferans, seminer, sempozyum, sohbet, panel, çalıştay, açık oturum, atölye çalışmaları, kitap kritikleri gırla gidiyor… 
  Ancak bir şeylerin de yolunda gitmediğini görüyoruz…

  İslâm’ın bu kadar konuşulduğu ve anlatıldığı bir süreçte gerçekten İslâmî açıdan bir mesafe alabiliyor muyuz?

Bunca faaliyet ve etkinliklere karşın gerçekten İslâm doğru anlaşılabiliyor mu?

İslâm'ın sosyal yaşama etkisi artıyor mu? 

Yani ahlâkî kriterler muvacehesinde yaşam biçimimizi İslâm şekillendiriyor mu? 

Yoksa değerler erozyonu mu yaşıyoruz? 

Başta kılık kıyafet ve ticari ahlâkasızlık olmak üzere gözle görülür bir yozlaşmaya tanıklık ediyoruz değil mi?

Anlatanlarda mı bir sorun var yoksa hedef kitle mi problemli?

Evet, sorun toplumun aldırışsızlığı/aymazlığı veya anlayışsızlığı mı yoksa anlatanların ruhsuzluğu mu?

Darb-ı meselde geçtiği üzere madem, 
"Usûl esasa mukaddemdir" şu hâlde
hata usulde mi asılda mı?

Bu kadar anlatanı olan bir din neden neden topluma etkisi olmuyor, neden gönüllerde makes bulmuyor?

Niçin bir rüzgâr estiremiyoruz? Çekim gücümüz yok, cazibe merkezi olamıyoruz…

  Çünkü anlatımlarımız bir ibadet olmaktan çıkıyor bir etkinlik, bir sanat, bir alışkanlık, bir adet olarak devam ediyor…

  Allah’ın rızası öncelenmeyince aferin almak, alkış toplamak için sahneye çıkılıyor…

  Dinleyen de anlatıcıyı tartmak için salonda… Sanki jüri üyesi, değerlendirme kurulu…

  Maalesef özel “konferans endüstrisi” oluşmuş durumda… 
Konferans çağındayız ama kalbi teğet geçiyoruz… 

Profesyonel Müslümanlar “istediğim konuşmacıyı ayağıma getiririm, bilgi ihtiyacımı gideririm” modunda… Amatör ruh devre dışı… Dolayısıyla yüreklere dokunmak zorlaştı…

  Tutuşmayan anlatıcılar tutuşturamıyorlar… Titretmeyenler yürekleri titretemiyor…

  Bilgi var bereket yok… 
İlim var irfan yok… Malumat çok marifet eksik… 
Fikirler güzel ama feyiz yok…

  Sesimiz yükseliyor fakat sözümüz etki etmiyor… 
Başarılı konuşma tekniklerini kullansak da kalıcı güzelliklere gidemiyoruz… 
Sözün gücü gitti… Retorik var ancak ruhtan yoksun… Tebliğ tesirini yitirdi…

  Kifayetsiz konuşmalar, kalitesiz kelimler umut vermiyor, heyecan oluşturmuyor… 
Bir konuşma, anlatma enflasyonu var ama yürekleri ferahlatan, ufuk ve umut olacak cümleler eksik…

  Sadece İstanbul’da belki haftalık yüzlere, binlere ulaşan tefsir sohbetleri değişik ortamlarda gerçekleşiyor ama İstanbul’un rengi değişmiyor… 
Liberal, lümpen ve müptezel renkler baskın… 
Grileşen, flulaşan bir İstanbul’u yaşıyoruz…
  
Neden mi?

Göreve getirilen Belediye başkanları, Belediye çalışanları ve Devlet kadrolarında önleri açılanların büyük kısmı
Bana göre, “tefessüh”e uğradılar: 
Kibirlendiler, bozuldular, çürüdüler. 
Makam ve mevkiinin, paranın ve pulun esiri oldular. 
Güç zehirlenmesine uğradılar, burunları Kaf dağına erdi. Dostları ve yakınlarını unuttular, şakşakçıları ve dalkavukları dost edindiler. 
Önce arabalarını, sonra hanımlarını değiştirdiler. 
Daha sonra da evleri ve gidip geldikleri mekânlar değişti. Mescit ve STK’ların yerine lüks restoranlara, Nişantaşı muadili Cafelere gitmeye başladılar.

Sadece seçilmişler ve atanmışlar mı bozuldu?

Hayır olana bakın, 
din hadimleri ve din mübelliğleri de tefessühe uğradı. “Büyük günah işlese bile kabirde rahat ettirecek, yanmayan (!)” kefenleri satmaya başladılar. “Deprem, Spil Dağı üzerinden Manisa üzerine çöktü. Allah-u Teâla beni görevlendirdi. Ben istemedim, gelmesin dedim, çekildi.” diyen ve haşa Allah ile pazarlık yaparak depremi başka yerlere gönderen şarlatanlara dönüştüler.

Hayatın içerisinde böyle saçmalıklarla hemen her gün onlarca kere karşılaşan genç, bütün bu saçmalıkların dinden olduğunu sanmaya başlayarak 
(doğru din anlayışına da ulaşamayınca) dinden soğumaya başladı. 
Rol model olarak önünde duranların tefessühlerine ve saçmalıklarına bakarak bir açmaza girdi.
 
Deizm ve ateizm, gençlerimiz arasında hızla yaygınlaşmakta. 
Bu, toplumumuz ve geleceğimiz açısından bizce terörizmden daha tehlikeli. 
Bundan dolayı aileler evlatlarına karşı rikkat ve teyakkuz halinde olmalı. "Koyverdim çayıra Allah kayıra" mantığı aymazlıktan başka bir şey değildir. İş ailede başlıyor ve ailede bitiyor. Elbette eğitim kurumlarımız da ders müfredatlarını yeniden gözden geçirmeli. 
1949 yılında ABD'nin bize dayattığı Fulbright Eğitim Sistemi Anlaşması iptal edilmeli ve aidiyet değerlerimize uygun eğitim ve öğrenim sistemine ivedilikle geçmeliyiz.

Eğitim kurumlarımız bilim adamlarını ve özellikle de sosyologları harekete geçirmeli. Gençlerimizi sapkın fikirlere sevk eden saikler detaylı olarak tespit edilip, ona göre çözümler üretmeliyiz.

Herkes aklını başına almalı. 
Gençlerimizin doğru yola girmesini istiyorsak, önce kendi hayatımıza çeki düzen vermeliyiz. Öğretmen olarak öğrencimize, millet ve memlekete hayırlı olması için gayret sarf etmeliyiz. 

Süte su katmaktan vazgeçmeliyiz. 
Faize bulaşmadan 
ticaret yapmalıyız. Komşumuz zordayken ikinci defa hacca gitmemeliyiz. İşçilerimize asgari ücreti değil, geçinebileceği ücreti ödemeliyiz. 
Evladının yurt taksitini ödemekte zorlananlara yardım eli uzatmalıyız...

İş arkadaşlarımıza, komşularımıza güler yüzle selam verelim. Akraba, eş ve dostlarımıza zaman ayırıp, ziyaretleşelim. Hasta ziyaretlerinde bulunalım. Karşılık beklemeden iyiliklerde bulunalım. 

Belediye başkanı, vaiz, öğretmen, imâm, sanat erbabı, tüccar, sanayici vb. birey olarak her birimiz Rabbimizin buyruğuyla amel eder hâle gelmeliyiz 

Hâsılı kelâm, önce insan olalım. Müslüman olmak istiyorsak, muttaki Müslüman olalım.

Vesselâm...