Abbasilerin bir döneminde teoloji, felsefe ve fen bilimleri zirve yapmıştı,

Önderlerin makam ve servette yarışmaları, ulemanın, seleflerini geçemeyeceği anlayışı, Moğollar’ın zulüm ve baskıları gibi sebeplerden dolayı halk, mistik eğilimlere yöneldi.

Bu durum, mezhepçiliğin ve tasavvufi hareketlerin güçlenerek gelişmesini sağladı.

Abbasilerin bir döneminde teoloji ve bilimde zirveye ulaşan Müslümanlar, neden bu gelişmeyi sürdüremedi?

Müslüman coğrafyasında pek çok alim yetişti; ancak “aklı kullanma ve özgürce düşünme” yöntemiyle çalışıp bilim üretemediler.

Mesela Gazali ve onun gibi düşünen alimler, düşünceyi harekete geçiren felsefeyi terk ederek ahlak ve tasavvuf ilimleriyle meşgul oldular.

Selçuklular döneminde İbni Sina, İbnü’lHeysem, Şehristani, Zemahşeri, İbniRüşd gibi birkaç alim/bilim adamı aklı kullanmaya önem vermişse de onlar da Ehl-i Sünnet paradigmasına sahip devlet tarafından desteklenmediği için teolojiyi ve bilimi daha ileriye taşıyamadılar.

Altı yüz yıllık Osmanlılar döneminde de Ali Kuşçu, Uluğ Bey, Akşemsettin, Mimar Sinan, Piri Reis, Katip Çelebi, Mirim Çelebi gibi birçok bilim adamı yetişmişse de epistemolojik anlamda ne onları geçebilecek bilim adamları yetiştirildi ne de dünyaya örnek olacak bir medeniyet inşa edildi. Müslümanlar, sufi, sünni ve şiiparadigmanın dışına maalesef çıkamadılar.

Avrupa 16. Yüzyılda bilim ve teknolojide ilerlerken, elektrik, uçak, araba, tren demir yolları inşa ederken, Osmanlı’da devlet ve din adamları hurafe ve batıl inançlara inanmaya devam ettiler. Büyücülük ve falcılık gibi işlerle uğraşanlar, siyasal ve dini otoritelerin desteğini alarak toplumda sözde ‘’otorite’’ haline gelmeyi başardılar. Elektrik, uçaklar demir yolları, arabalar nerden geliyor; kim, nasıl buldu; neden biz üretemiyoruz” gibi soruları kendilerine sormadılar; sorgulamaya gitmediler.

Müslüman dünyasında akıl gereği gibi kullanılmayınca geri kalmışlık kaçınılmaz oldu.

Kimi bölgelerde, “bütün doğal felaketler Allah’ın cezalandırmasıdır, dolayısıyla doğal felaket sigortası yapmak haramdır” denilmektedir. Hatta “eceli geldiğinde insanlar ölür; emniyet kemerine gerek yoktur” diyecek kadar akıldan mahrum insanlar bile vardır.

Pakistan’da Taliban’ın kontrolündeki bölgelerde çocuk felci aşıları “ecel gelirse, önünde kimse duramaz. Bu aşılar ecele müdahaledir” diyen ulema (!) tarafından haram kılınmıştır. Bu gün bile sakal tıraşı yapan kuaförler cezalandırılmaktadır.

Arap basınında, 2005 yılında 90 bin kişinin öldüğü Pakistan depreminde, “Müslümanlar günahkar oldukları için” Allah tarafından cezalandırıldı denilmiştir. Diğer taraftan, petrol zengini Müslüman ülkeler için de şöyle denilmiştir: “Müslümanlar doğru yolda oldukları için petrol zengini olmuşlardır.”

Mısırda fetva meclislerinde halen yetişkinlerin emzirilmesinin günah olup olmadığı tartışılmaktadır.

Müslümanların önemli bir kısmı -akıl ve bilimle hareket etmiyor.

Aklın ilkeleriyle hareket edilmeyince, akıl devre dışı bırakılıp mühürlenince, bilim ve teknoloji alanında ilerleme sağlanamayacağı gibi, ilahiyat alanında da hurafeler kol gezer ve gençleri ikna edecek bir dil, yöntem ve fıkıh geliştirilemez. İnsanlar, entelektüel anlamda kendi özgür iradeleriyle düşünemez, sorgulayamaz, araştıramaz, kendilerini geliştiremezler. Sadece mevcut geleneğe, muhafazakarlığa, taklitçiliğe, mezhepçiliğe, hurafeciliğe teslim olurlar ki bu teslimiyetle, ortaya çıkan sorunların asla çözülemeyeceği unutulmamalıdır.

Muhabbet Vesselam…