Şiire ilgi duyan, şiir yazarlarını takip eden, biraz da Şair Nurullah Genç’i takip edenler onun “Beni yakışına” isimli şiirindeki

“Yenilgiler bir tufan gibi çöktü üstüme.

Ülkem yıkıldı heyhat!

Ordugâhım da yandı.

Köleleri her akşam duman kıldı gözlerin,

Başıma tâc ettiğim padişahım da yandı.”

Mısralarını çok net bir şekilde hatırlayacaklardır.

İnsan hayatında hepimizin bildiği gibi belli başlı zaman dilimleri mevcut.

Böylesi zamanlarda yol ayırımına gelen insan atacağı yada atamayacağı adımların kendisini bir ömür boyu hangi noktaya götüreceğini az çok tahmin edebiliyor.

İşte böyle bir süreçte insanoğlu “Yenilgilerin bir tufan gibi üstüne çöktüğünü” istese de istemese de çok net bir şekilde görebiliyor.

Bizim gibi gelişmesini henüz tam olarak tamamlayamamış ülkelerde insanın istediği gibi rahat ve mutlu bir hayat yaşaması nerede ise mümkün değildir.

Bizim memlekette dünyaya gelen bir insanın ebeveynleri rahat bir hayat yaşamıyorsa dünyaya gelen insanında rahat ve mutlu bir yaşam sürmesi nerede ise imkansız gibidir.

Pek çok insan Türkiye gibi ülkeleri zaman zaman “Fırsatlar ülkesi “olarak değerlendiriyor.

Ancak söz konusu bu “fırsatlar ülkesi “bir şekilde kefeni yırtmış insanların önlerine çıkan ekonomik fırsatları değerlendirerek daha fazla bir servete kavuşabilmelerini önerir.

Bunun dışında kalanların durumu ise hiçte kolay değildir.

Sabah erken saatlerden gece yarılarına kadar çalışanlar var.

İş bulabildikleri takdirde ay sonu alacakları maaşlar ile ancak aile bireylerinin gıda ve barınma ihtiyaçlarının bir kısmını karşılayabilenler mevcut.

Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada karşılaştığımız “dedem duvar örerdi, babamda duvar örerdi, bende duvar örüyorum iyide bizim neden evimiz yok” şeklindeki bir alıntı tamda anlatmaya çalıştığımız hadiseyi özetliyor.

Söz konusu duruma katabileceğimiz daha yüzlerce binlerce örnek var.

Ancak verebileceğimiz bu örnekler insanımızın hayatını olumlu yönde değiştirmekten çok ama çok uzak.

“Peki bu yenilgilerden nasıl kurtulacağız” şeklindeki soruya verebileceğimiz bir cevap yok.

Zira bu cevabı verecek olan biz değil siyaset kurumudur.

Çok partili hayata geçtiğimiz 14 mayıs 1950 yılından bugüne kadar herkes bu soruyu soruyor.

Ama cevap yok.

İşin doğrusu bizimde bir umudumuz kalmadı.

Bu kadar yenilgi sonrası galibiyetin nasıl bir duygu olduğunu bizde hatırlayamıyoruz.

Hayatının nerede ise tamamını yenilgiler ile tamamlamaya çalışan birisi bu soruya nasıl cevap verebilir ki?