Biz Türk milletinin kadim beslenme kültürü et ve buğdaydır.

Bizi batı ve genel olarak Avrupa milletlerinden ayıran en belirgin beslenme gıdamızın buğday ürünleri olduğunu biliyoruz.  

İster orta asya ister Anadolu topraklarındaki hayatımızı inceleyelim ki; bu milletin sofrasından eksik etmediği besinlerin başında bu ikili vardır. Hayvansal ürünlerden ve hayvanlardan en çok yararlanan millet olduk.

Atı en iyi yetiştirirken kımızı, küçükbaş yetiştirerek süt, yoğurt ve peynir gibi bir çok ürünü diğer toplumlara tanıştırdık..

Yani anlayacağınız , bizim kodlarımızda var olan hayvancılık  aşkı bin yıl öncesine kadar devam ederken Anadolu’yu yurt  edinen atalarımız buğdayı daha da geliştirerek beslenme kültürümüze katmıştır.

Buğday ürünlerinı gıda yapan milletlerin çoğunluğunu doğu halkı olmasını bir küçümseme olarak kullanılmasını sonuna kadar eleştirmek isterim.

Günümüzde de buğday ve buğday unundan yapılmış onlarca ürünü tüketiyoruz.

Daha 30 yıl kadar önce ekmek fırınlarında bir iki çeşit ekmek varken şimdiki fırınların rafları onlarca unlu mamullerle doldurulmuş her gün yeni çeşitlerini gördüğümüz ekmeleri tüketiyoruz.

Bu çok çeşit unlu mamullerimize ilave çok zengin pastacılık üretiminde de unu fazlasıyla kullanan toplum olarak buğdaya sonuna kadar bağlılığımızı ilan eder gibi ‘onsuz olmaz’ asla dediğimiz ‘ekmeksiz yapamam’ sözünü ne çok duyuyoruz değil mi?

Kırmızı etin durumu çok farklımı ki; kadim beslenme kültürümüzün en güçlü gıdasıdır.

Batılılar eti daha çok tükettikleri gerçeği bunu değiştirmez.

Şöyle ki; biz eti her türlü sebze ile karıştırarak sulu yemek adı verdiğimiz tüm yemeklerimizde olmazsa olmazımızdır.

Batı toplumlarında etin ateşte sıcak hava ile kemiksiz etin steak diye tabir edilen formu ile tüketmekten çok başka çeşitlerine rastlayamazsınız.

Peki hep buraya kadar övündük..

Birazda acı gerçeklere bakalım mı?

Söyleyecek onlarca kitap dolu sözümüz var ama şimdilik bu yazı  kadar kısmına değinelim. 

Anadolu da bir atasözü vardır. ‘’Buğday ile  koyun, gerisi oyun’’  

Buradaki asıl konunun buğday ve hayvancılık üretimi meselesine öncelik verilmesi anlamı taşımaktadır.

Zira 1927 yılındaki kayıtlarımızda 2 milyon 300 bin sağılan büyükbaş  ineğimiz varken bugün sayılan hayvan sayımızın 6 milyon cıvarı olduğunu belirtmemiz durumun gerçek yüzünü gösterecektir. 

Yine 1927 yılında 25 milyon koyun keçiye sahipken bugün 45 milyon küçükbaşla övünmemizin takdirini sizlere bırakıyorum.

Özellikle 1927 yılı yazmamda bir behis olmamakla birlikte 1960 a kadar bu hayvansal varlığımızın lehimize olduğunu kişi başı süt ve et tüketimimizin bugünkü rakamlara göre daha yüksek olduğunu belitmemde fayda görüyorum.

1927 yılındaki nüfusumuzun 13 milyon 600 bin olduğunu söylersek günümüzle karşılaştırmanız çok daha kolay olacaktır.

Şu var ki 1960 yılından sonra bir sihirli el ülkemiz politikalarına yön vermeye başladı.

O yıllardan sonraki 5 yıllık kalkınma planlarında tarım ve hayvancılığımıza daha az ilgi ve destek ile  tarımsal üretimimizi başka alanlara kaydıracak tarım politikaları/ politikasızlıkları devreye alındı.

Tarım alanları Cumhuriyetin kurulmasından 1990 li yılların başına kadar arttırıldığı halde nasıl olmuşsa günümüzde kullandığımız tarım alanı miktarı 1960 yıllara geri geldi. Üniversite  tarla bitkileri dersinin ilk konusu olan toplam tarım alanlarımızın 27 milyon ha  olduğu bilgisini dün gibi hatırlıyorum.

Bugün mü? Bugün ekilebilir kullanılabilir tarım alanımızın 23 milyon ha, geçen yıl ekilen tarım alanımızın da 17 milyon ha olduğunu buraya not düşelim.

İşlenebilir tarım alanlarımızı ben ‘’çiftçilerin isteği doğrultusunda ektirdik’’ diyeyim, sizde ‘’plansızlık bu ama’’ deyin.

Para eden endüstri bitkilerini  şeker pancarı, patates, haşhaş, tütün gibi ürünlerin kanununu çıkardık , kotalara bağladık.

Siz ne derseniz deyin..

Dünyanın fındığını biz üretiyoruz diyeyim, sizde ama ürünü ihraç eden firmanın yabancı menşei li olduğunu söyleyin.

Tüm bu  bilgiler ışığında elbetteki ülkemizde tarımsal ve hayvansal üretim alanında çok güzel gelişmelerde oluyor.

Son günlerde çalışmalarına hız verilen , parsel bazlı üretim planlaması ile tarımsal Gelir Sigortası nın devreye alınacak olması Türk çiftçisini adına umut verici  gelişmelerden bir kaçıdır.

Velhasıl kelam ; dedim ya, Daha unumuza, gıdamıza kattığımız katkı maddelerinden , helal mı? 

Fıtratımıza uygun gıdalar mı?    ..

kadar yazacak çok şeyimiz var. 

şimdilik şunu bilelim ki, et ve buğday üretimi bize yetmiyor.

Ya yeniden çok üreteceğiz yada beslenme şeklimizi değiştireceğiz.

İkincisi biraz zor ama çok yakında istemezsek bile başka toplumlara dönüşeceğiz.