Osmanlı döneminde , Balkanlardaki ve Anadoludaki vatan topraklarında hayatlarını sürdüren Osmanlı tebaasının kırsal yaşam içinde bulunan halka oranı neredeyse tüm halkın tamamına yakın olduğu halde çok küçük bir kısmı saray ve küçük merkezli şehirlerdeki tüccar, memur ve diğer haktan oluşmaktaydı. Osmanlıda toprak yönetimi.

Tımar toprakları ile bir taşla beş kuş vuran devlet, 3 yıl kullanılmayan toprağı tımar sahibinden alıp başka bir tımar sahibine vermekte idi.

  1. Devlet hazinesine yük olmadan orduya asker yetişiyor.
  2. Toprak boş kalmıyor üretimde süreklilik sağlanıyor
  3. Tımar sahibi bölgedeki halktan vergileri düzenli toplayarak devlete ödüyor.
  4. Devlet adına bölgenin güvenliğini sağlıyor.
  5. Bölgenin ihtiyacı olan imar işleri yapılıyordu.

Has toprakları;

Padişah ve ailesi tarafından işlenen topraklar olup geliri en yüksek olan verimli topraklar idi.

Zeamet toprakları ikinci derece memurlara verilen ve kendi ihtiyaçlarını karşılamak için kullandığı verimli topraklar idi. Maaş almayan memurların kullandığı bu toprakları memurluk süresinde kullanması karşılığı ve memurluk bitince devlet hazinesine devredilip başka bir zeamet toprağı olarak kullanıma vermektedir.

Bu toprak sistemi ile verimli yada diğer toprakların amacına uygun kullandırılması sağlanarak hem gıda arzı hemde ekonomik değeri olarak topraktan azami gelir elde ediliyordu.  Çok çeşitli sebep ve nedenlerle zamanla;

Tımar sisteminde görülen aksaklıkların ayyuka çıkması, hazinenin ve diğer tımar sisteminin sağlıklı çalışmaması sonrası hem gıda arzı hem de usulsüzlükler  sonrasında Tanzimat ortadan kalkan  bu toprak sistemi yerini hazinenin mülkiyetine geçen toprakların bir kısmı zamanla özel mülk toprağına dönüştürülerek hızlıca özel mülk topraklarında artışa sebep olmuştur.

Her ne kadar özel mülkiyete geçen hazineye ait topraklarımızın bir çoğu satılarak gelir kaydedilmiş ise de, azımsanmayacak orandaki topraklarımızın balkanlardan Anadolu’ya  göç eden evlad-ı Fatihan a verildiğini görmekteyiz.

Dolayısı ile özellikle batı Anadolu ve Marmara bölgesindeki zeametve tımar topraklarının bölgesinin en verimli taban arazi ve özel ürün arazileri olması sebebiyle bu bölgelere göç ettirilen balkan göçmeni de dediğimiz muhacir diye sonraları isimle anılacak halkımıza verilmiştir. Aynı bölgede mukim manav tabir ettiğimiz daha eski kadim halkın ise verimliliği daha düşük eğimli ve kırsal topraklara sahip olduğunu göreceğiz.

Bu şekilde toprak sistemimiz şekillenerek Osmanlı döneminin sonu ve yeni devletimiz Türkiye Cumhuriyetini kumuş olduk.

Cumhuriyetimizin ilk yıllarında doğu ve güney doğu Anadolu ile batı topraklarımızdaki verimli has tımar ve zeamet topraklarımızın yeni sahiplerinin ortak noktası olan bölgelerinin ağalarının , büyük arazilerini,  çevre köy ve köylülerin emekleriyle  çalıştıran, bu şekilde büyük  gelir elde eden toprak ağalarının varlığı oluşturmuştur. Bu şekilde bölgelerinde büyük toprak ağalarının oluşturduğu feodal bir yapının

Türkiye’de köylünün toprak meselesi Toprak Kanunun kabul tarihi olan 1945 yılına kadar çeşitli vesileler ile meclisin gündeminde olmuştur. Ancak bu konu doğrudan ele alınmamıştır. İskân alanında yapılan çalışmalar kapsamında değerlendirilmiştir. 1945 Yılına kadar bu alandaki çalışmalar şöyledir.31 Mayıs 1926 tarih ve 885 numaralı İskân Kanunun kabulü, 1927 nüfus sayımı ile Mustafa Kemal Atatürk 1928 yılında meclisin açılış konuşmasında Toprak Dağıtımının gerekliliğine vurgu yapması, bu konuşmayı müteakiben 1930 yılında devlet arazilerinin çiftçiye dağıtılmasını düzenlemek için “Arazi Tevzi Kanunnamesi” çıkarılması. 1923 ile 1930 yılları arasında yapılan bu düzenlemeler ile bir sonuç elde edilmese de konunun kamuoyunun gündeminde kalmasına ve bu alanda köklü bir düzenlemenin gerekliliğinin anlaşılmasını sağlamıştır. Nitekim 14 Haziran 1934 tarihinde meclisin düzenlediği İskân Kanunu, 1937 yılında Anayasanın 74. Maddesindeki kamulaştırma ile ilgili Anayasal düzenleme ile Mustafa Kemal Atatürk’ün 1936, İsmet İnönü’nün 1937 yılında meclisin açılışında yaptıkları konuşmalarda da gündeme getirilmiştir. Ancak bu tarihten sonra II. Dünya Savaşının başlaması ile toprak dağıtımı meselesi çok gündeme gelmemiştir. Savaşın bitmesiyle birlikte bu konu tekrardan hızlı bir şekilde meclisin gündemine geldi. “Çiftçiye Toprak Dağıtılması ve Çiftçi Ocakları Hakkında Kanun Tasarısı” Ziraat Bakanlığınca hazırlandıktan sonra dönemin başbakanı Şükrü Saraçoğlu’nun üst yazısı ile 17 Ocak 1945 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunuldu. Bu tasarı ile ilk kez toprak meselesi doğrudan meclisin gündemine geldi. Kanun tasarısının görüşülmesi sırasında en sert muhalefeti büyük toprak sahibi milletvekilleri yapmıştır. Bu muhalefet Cumhuriyet Halk Partisi’nin kuruluşundan itibaren kendi içerisindeki en belirgin muhalefet olmuştur. Nitekim kanunun kabul edilmesinden dört gün önce 7 Haziran 1945 tarihinde tarihe dörtlü takrir olarak geçen önerge toprak kanuna en sert muhalefeti yapan Adnan Menderes’inde içinde bulunduğu dört milletvekili tarafından Cumhuriyet Halk Partisi merkez yönetimine verilmiştir. II. Dünya Savaşı’nı demokratik ülkelerin kazanması dünya genelinde demokratik gelişmelerin hızlanmasına neden olduğu gibi Türkiye’yi de etkisi altına almıştır. Toprak Kanunu’nun görüşülmesi sırasında ortaya çıkan muhalefet bununda etkisi ile çok partili hayata geçişi hızlandırmıştır. Toprak Kanunu’nun geçici komisyonda görüşülmesinde son toplantıya katılan Başbakan Şükrü Saraçoğlu’nun müdahalesi ile tasarıya eklenen on yedinci madde ile muhalefet yapan milletvekillerine gözdağı verilmek istenmesine rağmen tam tersi etki yaparak muhalefeti hızlandırarak Demokrat Parti’nin kurulmasını sağlamıştır. Bu düzenleme ile nüfusun yüzde seksenini oluşturan kırsal kesimi yeniden kazanmak isteyen Cumhuriyet Halk Partisi bunda başarılı olamamıştır. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun yasalaşmasından iki yıl sonra, bu kanunun Meclis’te görüşülmesi esnasında en sert muhalefeti yapan Eskişehir milletvekilli Cavit Oralın 1948 yılında kurulan Hasan Saka başkanlığındaki hükümetin Tarım Bakanlığına getirilmesi parti üst yönetiminin gerçek amacının köylüyü kalkındırmak mı yoksa seçim endişesi mi olup olmadığı ayrı bir tartışma konusudur. Nitekim Cavit Oral bakanlığa geldikten sonra Cumhuriyet Halk Partisi kongresinde kendisi gibi büyük toprak sahibi olan Şadi Eliyeşil, Kasım Gülek, Kasım Ener, Şeref Uluğ gibi milletvekillerinin desteğini de alarak Kanun’un on yedinci maddesinin kaldırılması ve Kanun üzerinde değişikliğe gidilmesi ile ilgili bir tasarının hazırlanmasını sağlayarak Kanun uygulanmadan yürürlükten kalkmıştır. (Avcıoğlu, 2001, s.498). Her şeye rağmen bu Kanun yeni Türk devletinin kurulmasından itibaren bu alanda yapılmış en geniş düzenlemedir. Aynı zamanda çok partili hayata geçiş sürecini hızlandıracak parti içi muhalefetin ortaya çıkmasına neden olduğu gibi toprak ve köylü meselesinin kamuoyunun gündemine gelmesine ortam hazırlamıştır.

1923 ile toprak reformu  kanunun çıkana kadar (1945)ki dönemde aslında topraksız olan köylülere toprak verme çalışmaları yeterli olmamış olsa da binlerce yeni toprağı olan çiftçi olmuştur.  1945 te çıkan toprak reformunun asıl amaçlarından biri olan büyük toprak ağalarının elindeki topraklardan belli bir kısmın üzerindeki parçasının kamulaştırılmak sretiyle aynı köyde toprağı olmayan köylülere dağıtılmasını hedefliyordu. Bu hedefe uygun çok küçük bir çalışma yapılabilmiş neredeyse hiçbir toprak ağasına dokunulamamıştır. Daha çok bu kanunla devlet arazilerinden köylülere toprak verilerek topraklaştırma çalışması yapılabilmiştir. 1973 yılına kadar ülke siyasetinin nerdeyse tamamını etkileyen tarım reformu kanunu ülkenin batısındaki toprak ağalarına karşı hareketlere daha fazla katlanamayan hükümet 19 temmuz 1973 te bu kanunun kaldırmıştır.

Günümüze kadar gelen toprak sistemimizin son hali ile mülklüleştirmenin hızlıca artmasının en önemli nedenlerinden olan hazine arazilerinin son yıllardaki satışı şeklinde devam ettirilmekte olup, hazineye ait tarım arazilerini kiralayanlardan başlamak üzere tarım yapmak isteyenlere satışı şeklinde devam ettirilip son halde 23 milyon ha tarım arazisi varlığımız görülmektedir.  2000 li yılların başına kadar artan tarım arazı varlığı 27 milyon ha alana kadar ulaşmış olmakla birlikte son 20 yılda tersine bir tarım arazisinde düşüşü yaşanmış yaklaşık 4 milyon ha alan tarım dışına çıkmıştır. Şu an itibariyle  23 milyon ha alana kadar düşmüştür.