Bugün Pazar, uzun saatler boyunca sakin, huzurlu bir pazar günü yazısı yazmak için düşündüm.
Sabah dinlenmiş, neşeli bir kahvaltı yapmış, yazın heyecanı, güler yüzlü sohbetler içeren, geleceği umutlu bir dünyaya uyanmak heyecanlı bir günü anlatabilmeyi çok istedim.
Gazetelere, televizyonlara bakmadan, sadece hayal ederek yazmak için uzun saatler geçti.
Yazamadım. Çünkü:
Geçtiğimiz hafta yaşananlar geldi gözümün önüne. “Terörsüz Türkiye” bir mağarada şehit bir vatan evladını arama sırasında metan gazı olarak açıklanan bir sebep ile 12 askerimiz şehit oldu.
Acısı ve kerpiç evlerindeki törenleri bitmeden daha, ardından binlerce masumun, doktorun, öğretmenin, hemşirenin kaymakamın, güvenlik personelinin ve sıradan vatandaşın, kadın, çoluk, çocuk şehit edilmesinin sorumlusu narkoterör örgütünün ömür boyu hapis cezalısı terörist başının hapishanesinden yaptığı yedi dakikalık görüntülü mesajı yayınlandı.
Bunca olan bitenden sonra bir akıl tutulması yaşıyoruz diye düşündüm.
Bir hükümlünün cezaevinden görüntülü mesaj göndermesini mi?
bir terörist başının ulufe dağıtır gibi konuşmasını mı?
Hangisini kabul edeyim?
Hemen ardından bu hain örgütün silah bırakma tiyatrosu yayınlandı televizyonlarda.
Anlı şanlı gazeteciler, bu töreni izlemeye gitti.
Tiyatronun sahneye konduğu mağara Cesane mağarasıydı. Ciddi anlamı vardı. 1. Dünya savaşında İngilizlere isyan eden Berzenci bu mağaraya sığınmıştı.
Musul’u almak için İngiliz’e direnen Özdemir Paşa da bu mağarayı kullanmıştı. Yani tiyatroyu yönetenler hem Türk mücadelesini aşağılıyor hem de kendi isyanlarını ön plana çıkaran bir sembol olarak bu mağarayı kullanıyorlardı.
Bu gösteri bununla da sınırlı kalmadı.
30 terörist tüfeklerini ve fişeklerini büyük bir gösteriş ile demir bir ocağın içine koydular ve yaktılar. Bu da bir semboldü. Kürt topluluklarının mitolojik bir hikayesi vardı.
Efsaneye göre Demirci Kave çekici ile başına vurup kötülük hükümdarını öldürmüş ve herkes özgürlüğüne kavuşmuştu. Terör örgütü bu senaryo ile demiri yakıp ocakta eriterek bu efsaneye atıf yapıyor ve özgürlükten bahsediyordu.
Baştan sona üzerinde çalışılmış bir senaryo gözümüzün içine baka baka uygulandı, her şey planlanmıştı. Bunları peş peşe görünce ayaklarımın yerden kesildiğin hissettim, nefesimin yetmediğini çaresizliği gördüm.
Bir gün sonra Sayın Cumhurbaşkanı “Terörsüz Türkiye” ile Cumhur ittifakının bu terör örgütünün siyasal uzantısı, kandilin sözcüsü dediği Dem parti ile ittifak yapacağını açıkladı.
Malumun açıklaması olsa da birkaç kez izledim.
Sanki söylenmemiştir diyerek bir heyecan ile.
Türkiye’de yaşayan herkesin sorunu yerine tek bir topluluğun sorunu var ve çaresi için bunu yaptığını savundu.
Bu son benim için bile dayanılmaz oldu. Şehit tabutlarının önünde çaresiz anneler, babalar ve gözü yaşlı çocukların görüntüleri geldi gözümün önüne.
Onca şehit, gazi, kayıpları ile ölene kadar acı içinde yaşayacak yakınlar, darmadağın olmuş, yalnızlığa itilmiş bir Türkiye.
Ne yani yeni şehitler mi gelseydi? dediğinizi duyuyorum.
Tabi ki bunu istemek cinayet istemek ile eş anlamlı.
Fakat eğer bir şeyler olacak ise bu acılı millete sormak gerekmez miydi?
Çocuklarını, eşlerini, babalarını vatan uğruna kaybedenlere, sivil inisiyatiflere, halka, meclise.
Daha önemlisi kırk yıldır terör örgütü ile müzakere edilmez mücadele edilir dediğimiz vatandaşlarımıza danışmak gerekmez miydi?
Bu tarihten itibaren her isyan her terör eylemi aynı sona ulaşacağını bilerek davranacak peki terör ile nasıl mücadele edilebilir?
Bunu görmezden gelmek nasıl kabul edilir?
İşte bu nedener ile keyifli bir Pazar yazısı yazamadım.
Çünkü keyif birlikte yaşamak iradesi ile başlıyor.
Sevgi ve neşe ortak yaşama iradesi ile olabiliyor.
Anadolu’da artık birlikte yaşama arzusu yerine silahı eline alanın ne yaparsa yapsın ne suç işlerse işlesin cezasız kalabileceği şeklinde bir aks değişikliği ile karşı karşıyayız.
Bu çok tehlikeli bir sonuç maalesef.
Bu bir kez oldu.
Maalesef oldu.
Bundan sonrasını inşa etmek ve bu gelecekteki tehlikeleri bertaraf etmek için neler yapılabilir?
Artık bunu tartışmak zamanı.