İnsan, dünyaya gözlerini açtığı ilk anda tek başınadır. Ne annesinin elleri ne babasının bakışı, o ilk nefesin yalnızlığını silemez. Çünkü hayat, aslında bir yolculuktur; bu yolculukta kimi zaman kalabalıklarla yürürsün, kimi zaman dostlarla, kimi zaman da sevdiklerinle. Fakat bil ki, en başta da sonunda da yalnızsın.

Yalnız geldin, çünkü hiçbir bağın yoktu bu dünyayla. Ruhun saf, bedenin masumdu. Sıfırdan başladın hayata; gülmeyi, ağlamayı, sevmeyi, kırılmayı hep yaşayarak öğrendin. İnsanlar gelip geçti yanında; bazıları iz bıraktı, bazılarıysa hiç uğramamış gibi sessizce kayboldu.

Ama ne kadar dost edinsen de, ne kadar sevilip sevsen de, aslında özünde yapayalnızsın. Çünkü kimse senin içindeki fırtınaları, acıları, hayalleri tam anlamıyla bilemez. Kalbinin en derin köşesinde hep seninle baş başa kalmış bir yalnızlık vardır.

Ve bir gün geldiğinde, yine yalnız gideceksin. Ne malın, ne mülkün, ne kalabalıkların eşlik edecek sana. Hatta en sevdiğin insanlar bile belli bir yere kadar seninle gelebilecek. O son yolculuk, sadece senin yolculuğun olacak. Geride kalanlar ardından gözyaşı dökecek belki ama o kapıdan tek başına geçeceksin.

İşte bu yüzden; ne gururla kibirle yaşa, ne de insanların sevgisine fazlaca bağlan. Çünkü hayat, sana en büyük gerçeği fısıldıyor:
Yalnız geldin, yalnız gideceksin.

Ama bu gerçeğin içinde bir güzellik de saklıdır. O da şudur: Yalnızlığa rağmen yaşadığın her güzel an, sevdiğin her insan, attığın her samimi adım, kalbine ışık olur. Giderken arkanda bıraktığın bu ışıklar, aslında yokluğunda bile varlığını yaşatır.

Ve unutma; bir gün gözlerin kapanıp da bedenin toprağa emanet edildiğinde, aslında yalnız gitmezsin. Seninle birlikte yaptıkların, duaların, iyiliklerin de yola çıkar. İşte o zaman anlaşılır ki; insana eşlik eden tek gerçek dost, kalbinin taşıdığı iyiliktir.