Bugün 24 Kasım öğretmenler günü.
Yazımızın başında tüm öğretmenlerimizin gününü tebrik ediyor, ederken de “Hayatta en büyük mucize, küçükken iyi bir öğretmene rastlamaktır. “ifadesini bir kez daha bu sütunlardan tekrarlamayı bir görev olarak kabul ediyoruz.
Geçen hafta olduğu gibi bugün de pek çok ülkenin nüfusundan daha fazla sayıdaki öğrencimiz sabahın erken saatlerinden itibaren okulun yolunu tutarak okullarına ve öğretmenlerine kavuşacaklar.
Kış mevsiminin başlayacağı aralık ayına sayılı günler kaldı.
Her ne kadar “ha yağdı ha yağacak” diye beklediğimiz kar yağışı henüz bizi sarıp sarmalasa da özellikle ilkokul öğrencilerinin kar yağışı olduğu günlerde nasıl büyük bir heyecan ile okul yolunu tuttuklarını en azından o günleri bire bir yaşamış birisi olarak hiç ama hiç unutmuyoruz.
Gelelim asıl meseleye.
Aşağıdaki yazıyı geçmiş dönemlerde bri kez daha kaleme almıştık.
Ancak böylesi önemli bir günde “acaba ne yazsak ?” diye düşünürken daha ilkokula başladığımız günlerde hayatımıza giren Hüseyin Eğitmen’i unutmanın son derece ayıp bir şey olacağı gerçeği ille karşı karşıya kalınca aşağıdaki yazıyı bir kez daha tekrarlama ihtiyacı ortaya çıktı.
Babamızın memuriyeti dolayısı ile başladığımız ilkokulu mezun olduğumuz liseyi aynı şehirde tamamlayamadığımız için uzun uzadıya anlatabileceğimiz öğretmen ya da öğretmenlerimiz hiç olmadı.
İlkokulu Kars’ta, ortaokulu Erzincan’da, liseyi de Kayseri’de okuyan bir öğrencinin orta öğreti boyunca öğretmenleri ile ilgili ne kadar anısı varsa bizimde o kadar var.
İnsanın hayatının iyi ya da kötü noktada gelişmesinde ilkokul öğretmeninin çok büyük rolü olduğu hep söylenir, “Şu öğretmen kötüdür, bu öğretmen iyidir” şeklindeki bir tasnifi biz asla uygun görmeyiz, zira bütün öğretmenlerin tek amacının topluma faydalı bireyler yetiştirmek olduğuna can-ı gönülden inanırız.
Bizim ilkokula başladığımız dönemler ile bugünkü ilkokul eğitimi arasında çok büyük farklar olduğunu söylemeden elbette geçmek olmaz.
Zira eğitim ile birlikte hayatımızda iyi ya da kötü yönde değişen o kadar fazla gelişmelerin bulunduğu bir dünyada elbette ki eğitimde değişim yaşayacaktı.
Bizim ilkokula başlamamızdan bir yıl sonra bir kardeşimiz, ertesi yıl diğer kardeşimiz, ondan sonra başka bir kardeşimiz en sonrada en küçük kardeşimizde başlayınca bizden büyük abimiz ile birlikte beş kardeş birden her sabah okunun yolunu tutmaya başlamıştı.
Bizim ilkokula başladığımız tarihler yoksulluğunda alabildiğine hüküm sürdüğü yıllardı.
Rahmetli annem pek çok evde olduğu gibi büyük bir tencerede pişirdiği yemeği yer sofrasının üzerine yerleştirdiği sininin üzerine koyar sininin etrafına toplanan aile fertleri ellerindeki tahta kaşıklar ile bir anda tencerenin içerisindeki yemeğe doğru hücuma geçerlerdi.
Hüseyin Eğitmen ile işte böylesi zor şartlarda ilkokula başlarken tanıştık.
Hafta başında okula gidip ders göreceğimiz sınıftaki üç öğrencinin oturduğu sıraların üzerine koyduğunuz mendilin üzerine ellerimizi uzatıp tırnak muayenesinden geçtikten sonra çocuk bakışımızla aklımızı başımızdan alan “Hüseyin Eğitmen’in” o davudi sesi ile “Çocuklar eve gittiğinizde annelerinize babalarınıza söyleyin 15 gün içerisinde herkes evine tabak-çanak-çatal-kaşık-alacak, 15 gün sonra evlerinize gelip tek tek kontrol edeceğim artık herkes bir tencereye kaşık sallamayacak, Anneleriniz yemeği herkesin kendi tabağına paylaştıracak” tavsiyelerini emir telakki edip soluğu evde aldığımızı hatırlıyoruz.
Hüseyin Eğitmen Köy Enstitüsü mezunu bir öğretmendi.
Bu yüzden olsa gerek herkes ona Hüseyin öğretmenimden ziyade “Hüseyin Eğitmen” şeklinde hitap ederdi.
Ancak Hüseyin Eğitmen’e sadece öğretmen gözü ile bakmak son derece yanlıştı.
Zira Hüseyin Eğitmenin elinden bahçıvanlık,
Traktör tamirciliği,
Süt sağma,
İnşaatçılık
Dikiş-Nakış
başta olmak üzere insanoğlunun ihtiyacı olan bütün işler geliyordu.
Biz eve gider gitmez biraz meraktan ancak daha çok Hüseyin Eğitmenin talimatı dolayısı annemizin eteğine, babamızın ceketine sıkı sıkı sarılıp “Hüseyin eğitmen hepimize ayrı tabak-çatal-kaşık istiyor bunları tamamlayınca eve gelip kontrol edecek, Okuldaki bizden büyük öğrenci abilerimiz eğer istediklerini alıp yemeğimizi ayrı tabaklarda yemezsek Hüseyin eğitmen bizim kulağımızı kopartacakmış dediler” diye iki gözümüz iki çeşme ağlamaya başlardık.
Okuldan çıktıktan sonra ya da okulun olmadığı hafta sonlarında hiçbir öğrenci Hüseyin eğitmen ile herhangi bir yerde karşılaşmak istemezdi.
Öğrencisi olduğumuz dönemde biz Hüseyin eğitmenin tek bir öğrenciye elini kaldırdığına hatta fiske vurduğuna şahit olmadık.
Ancak o kulak çekme sıkıntısı bugün bile taptaze hatırasını koruyor.
Zira haylazlık yaptığımızdan, elbiselerimizi kirlettiğimizden, ayakkabılarımıza iyi bakmamaktan dolayı olsa gerek Hüseyin eğitmen kulaklarımızdan birine yapışırdı.
Hüseyin Eğitmen bizim kulağımıza yapıştığında bir insan kulağının ne kadar uzayabileceğini hisseder ve şaşırır kalırdık.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Hüseyin Eğitmenin bir çocuğu dövdüğüne, tokatladığına yıllar içerisinde biz şahit olmadık ancak Hüseyin Eğitmenin ellerine kulaklarımızdan herhangi birisini kaptırdığımız an duyduğumuz acıyı bugün bile unutmuş değiliz.
Biz sofrada ayrı kaplardan yemek yemeği,
Birbirimizin suratına hapşırmamayı,
küfürlü konuşmamayı,
büyüklerimizi saymayı,
küçüklerimizi sevmeyi
daha açık bir ifade ile bugüne dair hayatımıza değer katan ne kadar güzellik varsa Hüseyin Eğitmenden öğrendiğimizi biliyoruz.
İlkokulu bitirmeye bir yıl kala Kars’tan, Erzincan’a tayinimiz çıktı.
Biz bir taraftan yıllar yılı beraber koşuşturduğumuz okulun yollarından ayrıldığımıza, kardeşlerimiz gibi sevdiğimiz arkadaşları bir daha göremeyeceğimize üzülüyor ama en çokta Hüseyin Eğitmenden uzak düşeceğimize hayıflanıyorduk.
Ayrılık günü Hüseyin Eğitmenin ellerine sıkı sıkı sarılıp öptüğümüzü, ağlamaktan şişen gözlerimizi bugün bile dün gibi hatırlıyoruz.
Hüseyin Eğitmenin’de gözlerinden akan yaşlara mani olamadığı bir anda kulağımıza yapışıp çektiğini, çekerken de “hadi git bakalım, bu durum biraz daha devam ederse kalbim dayanmayacak” dedikten sonra bizi uğurladığını biliyoruz.
Ertesi gün Devlet demir yolarının bize ayırdığı bir vagona evdeki üç-beş parça eşyayı yüklemiş, Bizi Erzincan’a götürecek trenin hareket etmesini beklerken Hüseyin Eğitmenin sırtında bir çuval ile zorlanarak tren istasyonuna doğru geldiğini gördük.
Çocuk aklımız ile Hüseyin Eğitmene yardımcı olmak adına kendisine doğru koşup çuvalın altına girdik, ancak sanki içerisinde taş varmış gibi ağır olan çuvalı kaldırmak ne mümkün.
Hüseyin Eğitmen bize yolluk olsun diye gece sabaha kadar bizim oralarda kete-feselli diye bilinen hamur işlerini pişirmiş, Bu hamur işleri ile birlikte çuvala buz gibi ayran, kavun-karpuz başta olmak üzere bir sürü meyveyi yüklemiş ki biz en azından yolda aç kalmayalım.
Hüseyin Eğitmenin bu fedakarlığı karşısında hiç birimiz gözyaşlarımıza mani olamadık.
tekrar helallaşıp trene bindik.
Tren istasyondan ayrılıncaya kadar Hüseyin Eğitmeninde gücü yettiğince tren ile beraber hızlandığına şahit olduk ve bir noktadan sonra Hüseyin Eğitmen gözden kayboldu.
O günden sonra bir daha Kars’ın selim ilçesinin Yolgeçmez köyüne gitmek ve Hüseyin Eğitmeni de görmek nasip olmadı.
Aradan aşağı yukarı 50 yıldan fazla geçti.
İşin garip tarafı biz Hüseyin Eğitmeni hiç unutmadık daha da ilginci kulaklarımızdan herhangi birisinde ufak bir yanma olsa sanki Hüseyin Eğitmen kulağımızdan birisine yapışmış gibi bir psikolojiye bürünüyoruz.
İnanıyoruz ki herkesin hayatında iz bırakan bir Hüseyin Eğitmen mutlaka vardır.
Eğer hayatını kaybetmişse ki muhtemelen kaybetmiştir, Allah’tan rahmet diliyoruz ve yazımızın sonunda “Allah her öğrencinin karşısına Hüseyin Eğitmen gibi bir eğitimci çıkarsın” diye dua ediyoruz.
Tüm eğitim ordusunun Öğretmenler gününü bir kez daha tebrik ediyoruz.