Bütün gece uyumamıştı çocuk. Annesi erkenden kaldırdı.

Başucundaki siyah ayakkabısı, duvarda asılı siyah önlüğü anasının kenarına kırmızı ip ile adının baş harflerini işlediği kenarı dantelli beyaz yakası her şey hazırdı.

Dışarıda hafif bir rüzgâr tek tük düşen birkaç damla yağmur. Anası hızlıca giydirdi. En son beyaz yaka ve boyuna asılan çiçek kokan silgi.

Küçük bir kasabada geniş bahçeli bir okul. Öğretmenler her bir öğrencisini sınıfının olduğu alanda sıraya dizdi. Ön sıraya birinci sınıflar.

Okul müdürü sert yüzlü, ak saçlı bir adamdı. Uzun boylu, uzun parmakları olan ve davudi sesli biri.

Arkasında Atatürk büstü, yanında göndere çekilmiş kırmızı Türk bayrağı. Uzun boylu müdür belkide ilk defa tebessüm ederek birinci sınıflara okulu okumayı anlattı kısaca, ardından son sınıflardan bir çocuk andımızı okuttu, sonra İstiklal marşı.

Çocuk heyecandan sadece titrediğini hissetti. Okulun kenarından akan dere, birkaç ördeğin suya dalış çıkışı ağaçların dökülen yapraklarının oluşturduğu hazan yığınları, derenin karşısındaki hızarhanenin tiz hızar sesi. İstiklal marşı okunurken hızar sustu, ördekler şamatalarını kesti, çıplak ağaçların kolu kırık yalnızlığı. Herkes istiklalin farkındaydı.

Sonra sınıflara dağılma vakti geldi. Annesini aradı çocuk. Anası çeşmenin kenarında gözlerindeki yaşı siliyordu.

Göçmen bir kadın. Okumaya imkânı olmamış, sadece dışarıdan okuyarak bitirmiş ilkokulu. Sınıfa girdi çocuk. Yeni boya kokusu. Köşede bir öğretmen masası, kapının girişinde solmuş bir soba, duvarda kocaman bir kara tahta hemen yanında kilitleri bozuk camlı bir dolap.

Öğretmen herkesi boyuna göre sıralara oturttu. Sol elinde yeşim taşlı gümüş yüzük. Ceketinin kol düğmeleri ve kravatının üstündeki iğne Erzurum taşı. Ellerine ve vücuduna bulanmış temiz bir amber kokusu.

Masasını düzeltti, sandalyesini kontrol etti ve oturdu. Deri ama eskimiş çantasından bir teneke kalem kutusu çıkardı. Kutunun içerisinden çıkardığı dolma kalem ile önündeki deftere bir şeyler yazdı.

Defterin içerisinde daktilonun mürekkebi bulaşmış bir kâğıdı defterin arkasına yapıştırdı ve isimleri okumaya başladı. “643 Koray Topçu” ayağa kalktım. “Burada” dedim.

Gözlüğünün üstünden bana baktı. İlk defa o gün gözlerinden bana doğru gelen huzur ve güveni gördüm.

Herkesin sayımı bitince yerinden kalktı.

Tahtanın kenarındaki kutudan bir tebeşir aldı, yavaş ve dikkatli hamleler ile her bir harfi kontrol ederek tahtaya bir şeyler yazdı.

Nokta işaretini koydu, döndü, “çocuklar buraya adımı ve önemli bir söz yazdım, sınıf başkanları bu yazının silinmesine engel olacak hepiniz bu yazıyı okuyup aynısını yazınca sileceğiz” dedi.

Aylar geçti, koruduk o tahtadaki yazıyı, tozlandı, kenarı, köşesi silginin kıskançlığı ile etkilendi ama silinmedi.

Aylar sonra öğretmen her birimizi tek tek tahtanın yanına çağırdı önce okuttu sonra yazdırdı.

Sıra bana geldi. “Koray gel evladım” dedi.

Tahtaya çıktım, “öğretmeniniz Tahsin Şenkaya, çocuk sevgisi insan sevgisi için bir ihtiyaçtır. Mustafa Kemal Atatürk” tebeşir elimde yazmaya başladım bitirince, son noktayı koydum.

Yanıma geldi, başımı okşadı, “aferin evladım işte yolculuğun başladı iyi bir adam ol inşallah” dedi.

Onu mahçup etmemek için çok çalıştım.

Her başarımda onun saçlarımı okşadığını düşündüm.

Kafamın içindeki kara tahtada o güzel yürekli öğretmenimin benim için yazdıkları ve öğrettikleri durdu hep.

Tahsin öğretmenim, tüm öğretmenlerim, tüm öğretmenler gününüz kutlu olsun ellerinizden öperim.