Şehirler binlerce kişinin ortak yaşadığı alanlardır.
Ortak yaşam alanlarında da bireysel kurallar değil, toplumsal sözleşmelere bağlanmış kurallar geçerlidir.
Bireyler bu kurallara uymakla yükümlüdür.
Uymadıkları zaman da karşılığında yaptırım görür.
Ortak yaşam alanlarını da yetki almış kişiler, bireylerin talepleri doğrultusunda düzenler.
Bu işleri de görevliler, bireylerden toplanan vergilerle finanse eder.
Bu amaçla bireylerin ortak kullanımı için yollar, kaldırımlar, parklar, sokak aydınlatması, banklar, duraklar, anıtlar, atık toplama kutuları gibi kent mobilyaları yapılır.
Hepimizin yaşadığı ve gördüğü çarpık kent mobilyalarından örnek vermek istiyorum.
Kaldırımın tam orta yerine konulmuş bir telefon veya elektrik trafosunun sağından veya solundan geç geçebilirsen.
Kaldırımlara döşenmiş taşların yerinden oynayarak altına birikmiş sular üstüne sıçrar.
Sokak aydınlatmaları, şehirleri güzelleştirmek ve aydınlatma görevi abartılarak yerine aşırı parlaklıklarıyla adeta bir gece kulübü görüntüsü verir. Üstelik birçok şehirde aynı tip aydınlatmaların kullanılması, kentlerin kendine özgü kimliklerini yok etmektedir.
Soba veya su borusunu anımsatan malzemeler kullanılarak, kavşak ortalarına estetikten yoksun direkleri acaba kim tasarlıyor?
Camii, okul, devlet binalarının hatta özel binaların bile yöreye özgü değil de aynı tip mimaride inşa edilmesi, şehirlerin mimari çeşitliliğini ortadan kaldırmaktadır.
Nurettin Topçu'nun "Binanın mimari yapısından topluma yayılan bir telkin olmalıdır. Yoksa estetiği olmayan mimari yapılar beton yığınlarıdır." tespiti ile şehirler dolmuştur.
Bir çok proje ile köşe başlarına yerleştirilmiş atık toplama kutularının kendileri atık olmuş.
Bir de şehir mobilyalarında en çok üzüldüğüm çocuk parklarıdır.
Çocuklarımız için doğal ortamlar olması, parklarda çocukların toprağa, ağaca, yaprağa, kuma ulaşması gerekirken buraların plastik, çelik vb ağırlıklı kötü malzemeden yapılması ne kadar doğru?
Bütün dünyamızı sanki asfalt ve betonlar kaplamış gibi oldu.
Sokaklar ve caddeleri karşılıklı ağaç ve çiçeklerle süslemek çok mu zor.
Bizler de belediyelerin koyduğu veya yaptığı şehir mobilyalarını kullanmayı biliyor muyuz?
Var olana da kıt kaynaklar ile yapılmış o mobilyalara nasıl sahip çıkıyoruz?
Çocuklarımıza bunların toplumun ortak malı olduğunu ve korumamız gerektiğini öğretiyor muyuz?
Unutmamalıyız ki şehirler sadece insanlar için değildir; hayvanlar ve diğer canlılar da bu ekosistemin bir parçasıdır.
Şehirlerin gelişmesi, geçmişi yok ederek değil, onu geleceğe taşıyacak şekilde olmalıdır.
Yeni yapılacak her şey, geçmişle uyumlu ve geleceğe değer katacak nitelikte olmalıdır.
Kent yöneticileri “Ben yaptım oldu.” anlayışından uzak durmalıdır. Şehirler aceleyle değil, ortak akılla planlanmalıdır.
Şehir plancısından mimarına, mühendisten esnafına, ev hanımından sokak süpürenine kadar herkesin fikri değerlidir.
Gerçek anlamda sürdürülebilir ve yaşanabilir şehirler, ortak akıl ile inşa edilir.
Ancak günümüzde sıklıkla görüldüğü gibi, bir kişinin fikrini topluma dayatıp sonra da “halk istiyor” demek, şehircilik anlayışına zarar verir.