1988 yılından itibaren hiç durmadan yazı yazıyoruz.
Günlük olarak yazdığımız yazıların ülke genelinde kaç yayın kuruluşunda yer bulduğunu bilmiyoruz.
Birkaç yıl önce yürürlüğe giren basın ilan kurumu yasası gereği resmi ilan alan yayın kuruluşlarında günlük en az iki köşe yazarının yazı yazması gibi bir mecburiyet var.
Dolayısı ile nerede ise iki günde bir çalan telefonumuzdan hiç tanımadığımız gazeteci dostlarımız “-Yüksel Bey sizin yazılarınızı kullanabilirmiyiz” ricasında bulunuyorlar.
Bizde böle bir talep karşısında “-Eğer size bir katkısı olacaksa kullanın” demekten başka bir çözüm bulamıyoruz.
Böylelikle aradan yıllar geçti.
Zaman zaman okuyucularımız “-Neden yerel sorunlar ile ilgili yazı yazmıyorsun” diye soruyorlar ki son derece haklılar.
Bunda da cevabımız “Ülke genelinde günlük yazılarımızı yüzlere yayın kuruluşu kullanıyor, dolayısı ille bir yerleşim merkezindeki sorun başka bir yerdeki vatandaşı ilgilendirmiyor dolayısı ile bizde toplumun genelini ilgilendiren yazıları kaleme almak zorunda kalıyoruz” cevabını veriyoruz.
Tabi mesele sadece bu değil.
Geçtiğimiz günlerde Ege bölgesinde yaşayan bir okuyucumuz aradı.
-Abi yazılarını her gün büyük bir keyif ile okuyorum, belli bir süredir hayata dair yazılar yazıyorsun senden biraz daha fazla siyasi yazılar bekliyoruz, tüm okuyucuların siyaseti yorumlayan yazılara ihtiyacı var, bilgin olsun” dedi.
“Eyvallah” dedik.
“Okuyucularımızın böyle bir talebi var demek ki eksik bizde” diye düşünmeye başlamıştık.
Önceki gün sabah kahvaltı yaparken Ankara’da ikamet eden Türkiye’nin önde gelen siyasetçilerinden birisi aradı.
Selam kelam faslından sonra “-Yüksel kardeşim yazılarını nerede ise 20 yıldır aralıksız okuyor takip ediyorum, Son birkaç yazını okuduğumda yanımdaki arkadaşlara “-Bakın Yüksel Ercan bu yazısında tam beni daha doğrusu aklımdan geçenleri yazmış, sen yazılarına bu şekilde devam et, siyaseti boş ver mühim olan insan hayatı ve insana dair yazılardır” dedi.
Topluma karşı sorumluluğu bulunan bir yazar olarak ister istemez her iki tarafında görüşlerine saygı duymayı bir görev olarak kabul ettik.
Normal şartlarda bizim tamamen siyasetin dışında bir hayat sürmemiz ve daha iyi bir yaşam için çözüm önerileri sunmamız lazım.
Ancak Türkiye’de aldığımız nefes dahil attığımız adım bile siyaset.
Siyasetçilerin aldıkları yada alamadıkları kararlar milyonlarca insanın hayatını olumlu yada olumsuz olarak etkiliyor.
Mevcut iktidarların yanında duran daha iyi bir hayat sürerken iktidarın karşısındaki başta gazeteciler olmak üzere kim varsa adeta cehennem hayatı yaşamak zorunda kalıyorlar.
Şu sıralarda “Türkiye’de yapılan en zor meslek hangisidir?” diye sorulsa
Cevap tek kelime ile “Gazetecilik” olacaktır.
Toplumu aydınlatmak gibi ulvi bir görevi bulunan gazetecilerin bu görevi yapmaması adına ne kadar engel varsa tamamı hiç esirgenmeden hayata geçiriliyor.
Gazetecilere de bir noktadan sonra “Ya kırk katır yada kırk satır “seçeneği sunuluyor.
Böyle bir noktada iki arada bir derede kalınmasına rağmen kabul etmek gerekiyor ki gazeteciler işlerini en doğru şekilde yapmanın mücadelesini veriyorlar.
Bizde elimizden geleni yapmanın gayreti içerisindeyiz.
Ne kadarına gücümüz yetiyorsa.