( 1 / 3 ) Psikoloji nedir ?
Psikoloji veya ruh bilimi, davranışları ve zihinsel aktiviteleri inceleyen bir bir dalıdır.
Psikoloji bilimi, bir sosyal bilim olmasına rağmen, aynı zamanda " doğa bilimleri " olarak ta kategorize edilebilmektedir. Özellikle beyin biyolojini kullanır ve bunu geliştirir. Psikoloji, organizmaların doğrudan gözlenen davranışları ile, düşünme, hatırlama, hayal etme gibi karmaşık olabilen zihinsel süreçleri de incelemektedir.
Psikoloji, genel olarak içsel durumlara bağlı süreçleri, kişiler arası ilişkilere bağlı süreçleri, grup içi ve gruplar arası ilişkilere bağlı olan süreçler için çalışılan bir konudur diyebiliriz.
Psikoloji bilimi, sadece zihinsel süreçleri ve davranışları tanımlamaktan ziyade, neden ve nasıl oluştuklarını, ileride gösterebilecekleri değişim ve gelişmeleri ve bunlara bağlı kombinasyonlara yoğunlaşarak çalışmayı ve bu süreçleri kontrollü şekilde sürdürebilmeyi amaçlamaktadır. Deneysel psikoloji, sosyal psikoloji, kişilik psikolojisi, gelişim psikolojisi, nöropsikoloji, psikometrik psikoloji gibi temel alt yapıları da bulunan bir bilim dalı olan psikoloji, genel olarak duygunun ve insanın bulunduğu her yerde bulunmaktadır.
( 1 / 3 ) Psikoloji nedir ?
Psikoloji veya ruh bilimi, davranışları ve zihinsel aktiviteleri inceleyen bir bir dalıdır.
Psikoloji bilimi, bir sosyal bilim olmasına rağmen, aynı zamanda " doğa bilimleri " olarak ta kategorize edilebilmektedir. Özellikle beyin biyolojini kullanır ve bunu geliştirir. Psikoloji, organizmaların doğrudan gözlenen davranışları ile, düşünme, hatırlama, hayal etme gibi karmaşık olabilen zihinsel süreçleri de incelemektedir.
Psikoloji, genel olarak içsel durumlara bağlı süreçleri, kişiler arası ilişkilere bağlı süreçleri, grup içi ve gruplar arası ilişkilere bağl( 2 / 3 ) Psikoloji neden bozulur ?
Bunu tek bir sebebe bağlayarak açıklayamayız elbette. Ama en önemi sebeplerinden bir tanesi olarak "dil" diyebiliriz.
DİL = DÜŞÜNCE
DÜŞÜNCE = DİL
Zihnimizde oluşan duygu ve düşüncelerimizi " dil " sayesinde dışa aktarırız. Bilgi hazinemiz ne kadar geniş olursa olsun dil yeterli düzeyde bulunmuyor ise bunun bir manası kalmayacaktır. Veya, duygularımızı karşımızdaki kişiye doğru şekilde aktaracak dil kapasitesine sahip değilsek beslediğimiz duyguları aktaramadığımız gibi belki de beklediğimiz tepkileri alamamamız muhtemeldir. Düşünce ve duygularımı doğru şekilde aktaramıyor oluşumuzun karşı taraftan gelecek olan bir etkisi söz konusudur elbette. Ancak bunun ile birlikte bu durum iç benliğimizde de bir takım sorunlar oluşturacak ve bu durumun sebebini direk kendisine bağlayarak ikinci bir seçenek şansı ile etkinin düşmesine olanak tanımayacaktır.
" SORUNLARI DİLE GETİRMEK "
" KONUŞARAK ANLAŞMAK "
" DÜŞÜNCELERİ DİLE DÖKMEK "
Günlük hayatımızda sıkça kullanmış olduğumuz bu kavramlar aslında bizlere bu durumun ne kadar da etkili olduğunu belirtiyor. Haklı olduğunuz bir durum karşısında kendinizi yeteri kadar ifade edemediğiniz için haksız durumda göründüğünüz bir anınızı hatırlayın.
Doğru kelimeleri bilmediğiniz, konu ile ilgili yeteri kadar bilgi sahibi olmadığınız veya olayın duygu yoğunluğunu kontrol edemediğinizden dolayı maalesef haklı olmanıza rağmen haksız çıktınız. Bu durum karşısında genellikle karşı tarafın yanlış tutumu veya ortada ki adaletin yeterince adil olmadığından şikayet ederiz.
Ancak, burada şikayet etmemiz gereken en büyük mesele; DİL'imizdir. Kendimizi yeteri kadar ifade edemememizdir. Kendimizi yeteri kadar tanımadığımız ve bunun ile birlikte duygularımızı ve olayın vermiş olduğu duyguyu kontrol edemeyişimizdir.
Çoğu zaman, aynı duygular eşliğinde kurmuş olduğumuz birebir aynı cümleler, farklı kişiler tarafında farklı tepki ve duygular ile karşılanmaktadır. Bunun başlıca sebepleri; geçmiş öykü, coğrafi konuma bağlı gelenekler, sosyal çevre, kişinin içinde bulunduğu duygusal durum gibi bir çok unsurdur. Nasıl ki söylemiş olduğumuz şey, karşı tarafın değişiklik gösteren durumdan ötürü farklı manalar kazanıyor ise, bu durum bizim içinde geçerlidir.
İçinde bulunduğumuz maddi durum. Sosyal çevremizin içinde bulunduğu durum, ekonomik ve coğrafi durumlar gibi bir çok etken de bizim aynı konu için farklı tepki ve farklı hisler ile karşılaşmamıza sebep olmaktadır. Bilinç altımız atalarımızdan kalan tepkimeler ve refleksler ile bizlere eşlik etmektedir.
Beyin, kendini hayata karşı koruma gereksinime kapıldığı vakit, acil durum planını devreye sokacaktır.
Nasıl ki, bir ateşe eliniz değdiği zaman canınız yandığından dolayı elinizi hızlıca oradan uzaklaştırırsınız ve bunu refleks olarak yaparsınız. Aynı durum, ruhani açıdan bir problem ile karşılaşınca da beyin tarafından refleks olarak yerine getirilir.
Beyinde bulunan "AMİGDALA" bölümü, duygulardan gelen veri girdilerini inceleyerek durum bazlı acil müdahale hareketini gerçekleştiriyor. Beyin, tehlike olarak nitelendireceği bir olayı hayatta kalabilmek için kayıt altına alıyor ve daha önceden almış olduğu kayıtlar ile birlikte olaya bir çözümleme üretiyor. Burada, bilinçaltının öğrendiklerini kullanıyor.
Bilinçaltı öğrendikleri ve Amigdala'dan aldığı adrenalin doğrultusunda duruma müdahalede bulunuyor. Genel olarak " KAÇ yada SAVAŞ " tercihi ile baş başa kalabiliyor.
Beynin ayarları bir bilinmeyen ile karşılaştığı zaman, ortaya " KAYGI " çıkıyor.
( KAYGI NEDİR ? KAYGI İLE NASIL BAŞA ÇIKILIR? ilerleyen konularda değineceğim. )
Kaygının ortaya çıkması ile, Amigdala' dan gelen adrenalin sinyalleri doğrultusunda " "savaş yada kaç" komutunu devreye sokuyor. Bu durum esnasında öğrenilmiş derecesi yeteri düzeyde olmayan veya yanlış öğrenilen taktikler bilinç altı tarafından devreye sokuluyor. ( Yanlış öğrenme ve yeteri düzeyde olmayan öğrenmenin başlıca sebeplerinden biri; KİŞİNİN KENDİNİ YETERİ KADAR TANIMAMASIDIR. )
Bu durum karşısında beyin, bir yapbozdaki gibi farklı yerleştirilmiş olan bir duygu taşının ardından diğer duygularda da yanlışlıklar veya eksiklikler meydana getirerek kişinin duygu karmaşası yaşamasına sebebiyet verebiliyor.
Nitekim; kişi kendini tanımadığı, karşılaştığı olayların çözümlemelerini yeteri düzeyde kavrayamadığı, duygu ve irade yönetimi konusunda yeteri düzeyde bulunmadığından dolayı bir takım psikolojik problem yaşamaya başlıyor. Bu problemler karşısında alınacak en büyük önlem; kişinin kendisini tanımadır.
( 3 / 3 ) Psikoloji nasıl düzelir ?
Gelişim, maddi durum, sosyal çevre, ekolojik sistem, coğrafi konum koşulları ile birlikte birçok etkenin sebep ve sonuçları doğrultusunda oluşan bu durum, kişinin benlik yapbozunda eksik bir parça hissetmesi veya resmi tam görememesinden kaynaklanır.
Birçok gelişim, imkan veya imkansızlıklar neticesinde daha fazla kolaylaşan veya daha fazla zorlaşan rutin aktivitelerimizden aldığımız haz değişime maruz kalıyor.
Olay veya kişi bazlı durumlarda beklenilen haz elde edilmediği sürece, duygusal beklenti hedefleri de beklenilen düzeyde olmuyor. Bu durum, bizlerde çoğu zaman duygu karmaşamızın artmasında yani duygusallığımızın artmasında en önemli parçalardan biri haline gelebiliyor.
Kendimizi tanıma oranımız ile beklenti oranımız ve buna bağlı olarak bu beklenti karşısında alınan sonucun bağlantılı olduğu aşikardır.
Peki, biz kendimizi nasıl korumaya alabiliriz?
Gelin hep beraber inceleyelim.
Öncelikli olarak, kişinin kendini tanıması çok ama çok önemli.
Beni ne mutlu eder ?
Neden mutlu eder?
Ne mutsuz eder?
Neden mutsuz eder?
Neleri yapabilirim?
Neleri yapamam?
Neyi, neden seviyorum?
Neyi, neden sevmiyorum?
gibi başlıca önem arz eden soruları kendine sormalı, olağanca rahat ve dürüst şekilde cevaplandırmalıdır.
Kişi, bu soruların cevabını bildiği sürece güçlü ve zayıf yanlarını bilerek hareket edecektir. Beklentileri ve beklentilerinin sonuçlarına bağlı olarak gelişen değişimlerin etkileri de bir o kadar olumlu yönde değişim gösterecektir.
Bir diğer önemli unsur ise, beden sağlığıdır. Beynin ihtiyacı olan vitamin ve proteinler, gerekli düzeyde ve gerekli rutinde alınmadığı vakit, beyin sağlıklı bir işlem sürdüremeyecektir. Keza, bu durum gerekliliğinde fazla aldığı zaman da sağlıklı işlem sürdürebilmesi bir hayli zor olacaktır.
" SAĞLAM BEYİN, SAĞLAM VÜCUTTA BULUNUR. "
Düzenli yapılmayan vücut ve beyin egzersizleri, rutin çalışma programını dengeden çıkartacak ve haliyle hata yapmasına veya hiçbir şey yapamamasına neden olacaktır.
Kişiler arası iletişimlerde saygı ve sevgiyi ön planda tutarız. Kişi, dışarıdan beklemiş olduğu saygıyı ve sevgiyi önce kendi kendine vermelidir.
Giyim kuşamı, yürüyüş tarzı, konuşma tarzı, hobiler ve itiyatları gibi birçok öznel objeyi değerlendirmeli ve kendine en uygun olan şekliyle yerine getirmelidir. Kişi, kendisine beklediği saygı ve sevgiyi verirse özgüveni yerinde olacağı için kişiliğinde gelişim gösterecek ve dışarıdan beklediği saygı ve sevgiyi elde edebilecektir.
Kişi, karakteristik yapısına ve şartlar neticesinde bir değer ve öncelik listesine sahip olmalıdır.
Eğer kişi, neyin kendisi için ne kadar değerli olduğunu bilmiyor, olaylar karşısında belirli öncelikleri netleştiremiyor ise, yaptığı tercihler neticesinde beklemediği duygu ve tepkilerle karşılaşabilecektir.
Planlarında, günlük yaşam akışında, ilişkilerinde dahi aksaklıklar yaşaması muhtemeldir.
Kişi eğer, öncelik sırasını kendine uygun belirlemiş ve değer grafiğini uygun şekilde çizebilmiş ise, hem planlarına sadık kaldığı için ibreyi yukarda tutacak hem de ilişkilerinde oluşan değerden ötürü sağlıklı ilişkiler sürecektir.
Kişi, ilişkilerinde doğrululuk, yapıcılık, gereklilik gibi bir çok unsura önem vermelidir.
Önem verdikçe, daha sağlıklı ilişkiler kuracaktır. Kişinin ikili ilişkilerinde veya grup ilişkilerinde yaşadığı olaylar, bu olayların sonuçlar ve bu sonuçların etkileri, kişinin iç dünyasında bulunan iç benliğine doğrudan etki edecektir. Kişi, ilişkilerinin sağlamasını yapması, ilişkide bulunduğu insanlar ile ortak bir ilişki süreci ilerletmelidir.
Eğer ilişkiler içerisinde doğru duygu ve düşünce alışverişi doğru şekilde gerçekleşmez ise, beklentiler karşılanmayacak ve tahammül sınırları aşılacaktır. Bu durumda ilişki olumsuz bir süreçte devam edecek ve kişi bir beklentinin karşılığını alamadığından dolayı iç benliğinde çatışmalara maruz kalacaktır.
Kişi, sınırlarını net oluşturmalıdır. Kişi, sınırlarında net ve kararlı olmadığı sürece sınırları sürekli ihlal edilecektir. İhlal edilen sınırlar özel alanlarda tehlikelere sebebiyet verebilecek ve kişi maddi manevi olarak zarara maruz kalacaktır.
Yapboz parçalarında değişimler söz konusu olacağı için kişi görmek istediği resmi göremeyecek ve bu durum neticesinde iç çatışmalar meydana gelebilecektir. Kişi, karakteri ve hedefleri doğrultusunda sınırlarını KIRMIZI ÇİZGİ ile çizmeli, ihlal edilmesine müsaade etmemeli ve bu sınırlarının değerini bizatihi olarak kavramalıdır. ( Doğru sınırlar için, " SINIRLAR " başlıklı deneme yazımı okuyabilirsiniz. )
Kişi, rollerini oluştururken rolünü belirleyeceği ortamı tanımalı ve rolünü buna göre kabullendirmelidir. Kendine uygun rolü belirleyebilmesinde ki ilk kural, kendini tanımasıdır.
Eğer kişi ortamı tam tanımadan kendi kişiliğini ön planda tutarak bir rollenme sürecinde bulunursa, bu durum ilişkisinde sekmelere sebebiyet verecektir. Kişi, kabullenilmeyen rolünü yani iç benliğindeki karşılığı olan KENDİNİ yetersiz hissedebilecek ve iç benliğinde çatışmalar meydana gelecektir.
Eğer kişi ortamı ön planda tutarak bir rollenme gerçekleştirirse bu durum hem özel alan sınırlarında ihlallere sebebiyet verecek, hem de karakteristik yapısına uygun olmayan bir rolü ve dolayısıyla bu rolün gereksinimlerini üstlendiği için iç benliğin sorgulama ve haliyle çatışmalar yaşanacaktır.
Nitekim; kişi sağlam bir öz benlik ve sağlam temelli ilişkiler için önce kendini tanımalıdır.
Özel alanını koruyan sınırlarına sadık kalmalıdır. Kendine uygun rol ve bu rollerin sürdürülebildiği ilişkilerde bulunmaya özen göstermelidir.
Yapbozu eksiksiz ve tam tamamlamak için yani, görmek istediği resmi ( hedeflerini) tam görebilmek için, kendine dürüst olmalı kendini tanımalı ve rollerinin önemi ile birlikte gerekliliklerinin hatta etkilerinin dahi farkında olmalıdır. Gelişime açık, sınırlarını kapalı tutmalıdır. Kişi benliğine kavuştuğu zaman, yapbozu tamamlayacak ve görmek istediği resme muhakkak kavuşacaktır.