Belki yaşımızın hızlı ilerlemesinden belki de bizden 8-10 yıl daha büyük yaş gurubunun bu dünyaya daha sık veda etmesinden olsa gerek son dönelerde cenaze namazlarına daha fazla katılmaya, cenaze evlerine daha fazla baş sağlığı vermek için gitmeye başladık.

Var olan bütün iletişim kanalları vasıtası ile “Falanca komşumuz yada falanca akrabamız vefat etti, cenazesi merkez camide kılınacak cenaze namazından sonra merkez mezarlığına defnedilecek” şeklinde haberin muhataplarına ulaşması ile birlikte ani bir refleks ile “Yalan dünya, hiçbir şeyin sonu yok” ifadesini kullanıyoruz.,

Böylesi anlarda yani cenaze haberinin alınması ile birlikte, cenaze evine gidiş, oradaki taziye verme süreci, Camiye doğru gidiş, önce vakit namazı sonra cenaze namazı, cenazenin yakınlığına göre mezarlığa gidiş geliş derken insan bu zaman zarfında bu dünyadan kopup bambaşka bir uhrevi havaya giriyor ve bu uhrevi hava ertesi güne kadar sürüp gidiyor.

Son yıllarda “Çekirdek aile” denilen grupların iyiden iyiye dağılması sonucu bırakın amca-dayı-hala-teyze gibi akrabalıkları aynı anne-babadan olan kardeşler bile cenazelerde yada düğünlerde bir araya gelebiliyorlar,

Bu şekildeki buluşmalarda muhatapları tarafından anında “Cenaze de olmasa görüşemeyeceğiz” diye başlayan beylik ifadeler ile muhataplarına ulaştırılıyor.

Biz Cenaze evlerindeki o kasvetli hava içerisinde bir taraftan en yakınındakini kaybetmenin üzüntüsü içerisinde çırpınan yakınların üzüntüleri ile dertlenirken bir taraftan da geçmiş yılların muhasebesini yaparız, Yaşadığımız bölgenin dışında  hayatını kaybedenlerin cenazeleri bir tarafa kendi bölgemizde hayatını kaybedenler adına ne kadar fazla cenaze namazı kıldığımızın hesabını yapmaya çalışırız.

Çevremizde daha çok “Ekabir takımı” olarak bilinen amca yada dayılar her ne kadar “Allah sıralı ölüm versin” temennilerinde bulunuyorlarsa da hepimiz biliriz ki yaş kaç olursa olsun herkes için ölüm biraz erkendir ve ölümler geride kalanların ruhunda da büyük tahribatlar bırakmaktadır.

Cenaze evlerinde bir taraftan ağlamalar-sızlamalar hiç durmadan devam ederken bir taraftan da “ Cenaze toprağa verilinceye kadar yapılması gereken pek çok iş var” diye düşünen hamarat kişi yada kişiler sanki bir yerden talimat almışlar gibi anında Mezarın kazılmasından, Sela verilmesine, Cenazede kuran okuyacak hocaların bulunmasından, cenaze sonrası verilecek olan taziye yemeğine kadar olan bir sürü görevin üstesinden gelmeye çalışırlar.

Bizde “Gelin çıkmayan ev olur ancak cenaze çıkmayan ev olmaz” şeklinde herkese ibret olacak bir ata sözü vardır, bunun bilincinde olan kim  varsa elinden geldiğince cenazelere katılmaya, Cenaze sahiplerinin acısını elden geldiğince paylaşmaya büyük önem verirler.

Ölümden asla ve asla kurtuluş olmayacağı gerçeği hepimiz tarafından çok iyi biliniyor,

Dünyaya geldiğimiz günden itibaren belki de bir sistem dahilinde aramızdan ayrılan yakınlarımız elbette ki canımızı yakıyor,

Ancak bu dünyanın fani olduğunu bilenler için ölümde çoğu zaman yeni bir dirilişin habercisi olarak yorumlanıyor.

Cahit Sıtkı Tarancı 35 Yaş isimli şiirinde bu durumu  “Ayva sarı nar kırmızı sonbahar! /Her yıl biraz daha benimsediğim. /Ne dönüp duruyor havada kuşlar? /Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim? /Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar? /Neylersin ölüm herkesin başında. /Uyudun uyanamadın olacak. /Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında? /Bir namazlık saltanatın olacak, /Taht misali o musalla taşında.” dizeleri ile muhteşem bir şekilde anlatıyor ve bizim duygularımıza tercüman oluyor.

Cenaze evinden ayrılırken dışarıya aklımızda bin bir cevaplanmayan soru ile baş başa kalırız,

Cevap veremeyeceğiz sorulara “aman boş ver”  deyip kendimizi kurtarmaya çalışırken biliriz ki  Gidenin arkasından bütünüyle "o" olarak kalanlar için hatıraları tekrar be tekrar anlatmaktan başka çare yoktur.

Çünkü geride kalan yalnız "O"dur.

Hayat ikiye ayrılmıştır.

Onun ölümünden evvel ve onun ölümünden sonra.

Hatıralarını anlatarak kendinden kaçmayı deneyecektir.

Onun ardında kalan bir yarımdır bütün varlığı.

Yarımlığını tamamlamak üzere hatıraların gah yangın, gah rüzgar esen mahzenine girip çıkacaktır bir vakit.

En güzel ölüm yazıları, zamana yenilmeyen yazılardır.

Rahmetlinin kemikleri bile toprakta kalmamışken hatırlamaya devam ediş ölümü uzak bir yolculuk olmaktan kurtarır.

Çizginin öbür tarafı ölüm ise, bu tarafı hatırlamadır çünkü.

Hep söylenir gerçek ölüm hafızada başlayandır.

Hatırlayanları varsa bedeninden azat olanlar aramızda yaşamaya devam edenlerdir.

Cenaze evinden çıkar çıkmaz daldığımız dünya işleri yaşadığımız bütün acıları unutturuyor, ta ki yeni bir cenaze haberi alıncaya kadar.