Bazen insan bir geçmişin ortasında sıkışıp kalır…
Ne geri dönebilecek gücü vardır, ne de ileri yürüyebilecek nefesi.
Sanki yıllardır taşıdığı yük, omuzlarının çöküşüne değil, kalbinin boşluğuna vurur.
Ve o soru çıkar ortaya: “Daha ne kaldı?”
Aslında bu cümle bir isyan değil;
yaraların ağırlığını tartan bir fısıltı,
kaderle göz göze gelmiş bir yorgunluğun adıdır.
Bir insan ne kadar kırılırsa kırılabilir?
Bir gönül kaç kez dağılır da yine de ayakta durur?
Bir ömür kaç defa sınanır da hâlâ umut etmeye devam eder?
İşte tüm bunların ortasında, kendine sorduğun sorudur bu:
“Daha ne kaldı benden götürecek?”
Belki dost bildiklerin çekip gitmiştir.
Belki sır diye anlattığın kelimelerin arkandan hançer olup dönmüştür.
Belki sevdiğin, “asla bırakmaz” dediğin, en zor anında yokluğu ile seni sınamıştır.
Belki yıllardır emek verdiğin hayaller, tek bir rüzgârda tersine dönmüştür.
Ama yine de ayaktasındır.
Kalbin ağır ama yerindedir.
Hâlâ bir yerlerde küçük bir umut kıvılcımı yanar.
İnsan böyledir; ne kadar kırılırsa kırılsın, yeniden toparlanmayı bilir.
Belki de geriye kalan şey, seni yeniden var edecek olan şeydir.
Çünkü bazen hayat, götürdükleriyle değil, bıraktıklarıyla büyütür insanı.
Düşüşlerin seni güçlendirir, kayıpların bakışını derinleştirir.
Yanlışlar yolunu öğretir, acılar kalbini olgunlaştırır.
Ve bir gün fark edersin:
Hiçbir şey kolay olmamış, ama sen de hiçbir kolaylıktan doğmamışsın.
Sen acıyla yoğrulmuş bir sabır,
sessizce büyüyen bir dayanıklılık,
kendi küllerinden doğrulan bir iradesin.
O yüzden bugün bir kez daha soruyorsan eğer:
“Daha ne kaldı?”
Cevabı basittir:
Kalan ne varsa, senin yeniden başlayacak gücündür.
Bazen insan, hayatın yükünü taşırken kendi gölgesinden bile yorulur.
Bir bakarsın, yıllardır içinde tuttuğun kırgınlıklar artık taşacak yer arıyordur.
Kimse bilmez, kimse anlamaz…
Gülüşünün ardında sakladığın yıkıntıları, dostluk diye tutunduğun hayal kırıklıklarını,
yalnızca geceler bilir.
Ve yine sorarsın:
“Daha ne kaldı?”
Kaldı…
Her şeye rağmen ayakta duruşun kaldı.
Sustuğun halde sesini duyurabilen bir yüreğin kaldı.
Kimse bilmeden içine gömdüğün yaraların, seni olgunlaştıran birer iz olarak kaldı.
Bir de kimsenin alamadığı bir şey kaldı:
Direncin.
Hayat bazen seni köşeye sıkıştırır,
ne ileri gidebilir ne geri dönebilirsin…
Tam o anlarda insan en çok kendisiyle yüzleşir.
Kırgınlıklarını, hayal kırıklıklarını, heveslerini, söndürülen umutlarını
bir bir ortaya serer.
Ve sonra şunu fark edersin:
“Bitmedim.”
Evet, eksildin belki…
Ama yok olmadın.
Tükendin sandığın yerde yeniden yeşeren bir tarafın kaldı.
İnsan böyle bir varlık işte;
Ne kadar düşerse düşsün, içindeki son kıvılcımı hiç kimse söndüremez.
Bugün belki yorgunsun, belki kırgın, belki tükenmiş…
Ama yarın, bugünü unutacak kadar güçlü bir yanın var.
Çünkü insanın gücü, başına gelenlerde değil,
başına gelenlerle ayağa kalkabilmesindedir.
O yüzden hayat yine kapına dayanırsa,
yine almak isterse senden bir şeyleri,
korkma…
De ki:
“Alacaksan al hayat…
Ben kalanımla bile, senden daha güçlü yürürüm.”