Gecenin en koyu anıdır şimdi.
Karanlık, umutların üstünü örten bir örtü gibi serilmiş şehrin üzerine.
Bir pencere aralığından bakan gözler, uzaklara dalmış; belki bir haber, belki bir ses, belki de sadece bir ışık bekliyor.
Ama güneş yok… Henüz doğmadı.
Hayat da bazen böyle değil mi?
Beklemekten yorulduğumuz, yolları şaşırdığımız, içimizdeki ışığı bile kaybettiğimiz anlar olur.
“Güneş ne zaman doğacak?” diye sorarız kendimize.
Çünkü umut, her insanın doğuştan taşıdığı bir özlemdir.
Ve biz insanlar, karanlıkta kaybolmaktan çok, güneşin doğmasını beklemeye meyilliyizdir.
Oysa güneş hep aynı vakitte doğar;
Gecenin ardından, sabrın göğsüne konan bir ödül gibi.
Aslında sorun güneşin doğmasında değil, bizim ona ne kadar inandığımızdadır.
Çünkü bazı insanlar, güneş doğsa bile gözlerini kapatırlar; bazılarıysa zifiri karanlıkta bile doğacak güneşin hayalini kurar.
Ama bazen, güneşin doğması yetmez…
İnsanın içi aydınlanmadıkça, dışarıdaki ışık neylesin?
Bu yüzden sabahı beklerken, kendini de iyileştirmeli insan.
Bir çiçek gibi yeniden filizlenmeli, bir çocuk gibi yeniden inanmalı.
Belki bir dua, belki bir gözyaşı, belki de içten gelen sessiz bir “olacak” fısıltısı...
İşte tüm karanlıkları delen güç, bazen sadece budur.
Belki şu an karanlık…
Ama unutma, hiçbir gece sonsuza dek sürmez.
Ve hiçbir umut, sabahı olmayan bir gecede kaybolmaz.
Güneş, tam da vazgeçmek üzereyken doğar…
İçinden gelen o kırık ama dirençli ses “biraz daha dayan” diyorsa, bil ki o sesin sahibi sabahın habercisidir.
Karanlık çekilir, hüzünler silinir, perdeler aralanır ve güneş doğar…
Sen hazır ol yeter.
Çünkü güneşi beklemek, sadece sabahı değil;
Kendini, hayallerini ve yarım kalmış sevdalarını da beklemektir.
Ve ne kadar geç doğarsa doğsun güneş,
Sen yeter ki üşüme.
Çünkü umut, gecenin değil;
Sabaha inanan yüreğin ödülüdür.
Çünkü güneş, her zaman doğar… ama onu en çok bekleyenler için daha parlak doğar.
Gecenin koynunda solsa da ümit,
Bir sabah doğar ki siler her kederi.
Yeter ki gönlünde tükenmesin niyet,
Güneş doğurur en soğuk geceleri.