Bir “adam” huzursuz bacaklarını seyretti bir süre. Dizlerindeki sıcaklığı avuçlarını dizlerinin üzerlerine koyup hissetti.
Yaşlandıkça incelen ve gücünü kaybeden ayaklarını, ayakkabısının bağcıklarını, pantolonunun ütü çizgisinden aşağı inerek gördü.

Oturduğu rengi solmuş deri koltuğun kolçaklarından destek alan dirseklerini, ellerinin kırışıklıklarını hissetti.

Nereye koyduğunu hatırlamadığı şeylerin artan sayısı, gözlerinin önünde görmesini bozan kataraktın yarattığı kendinden uzaklaşma halini düşündü.

Renklerin canlılığı, seslerin gücü, dudaklarından başlayarak hissettiği lezzeti ve sevdiği çiçeklerin baştan çıkaran kokusunu yani onu uzun zamandır terk eden duyularını düşündü.

Uzun yılların koşturmacası ile aslında neredeyse hiç düşünmediği bu duyguları birer birer kaybedince nefesini kesen bir yalnızlık ile kalmıştı.

İlk başlarda her kaybettiği his için doktorlara başvurdu.

Araştırmalar, testler, sonuçta takılması ya da kullanması gereken bir sürü alet ya da ilaç ile sonuçlandı.

Gözlükleri, işitme cihazı, koku için kullanılan damlalar, tat için önerilen vitamin ilaçları.

Ne kullanırsa kullansın, geçmişte var olan aslında yaşarken hiç dikkatin çekmeyen bu duyuların hiçbirini eski haline getirmedi.

Alıştığı geçmiş ile yaşadıkları arasındaki bariz farka istemeyerek teslim oldu.

“Alışamıyorsan kabul edeceksin” dedi ve kendisini yaşamaya başladı.

Çok yaşlı değil ama çok ta genç olmayan “birisi” yanaştı adamın yanına. “Birisi”, hekim gözü ile bir süredir seyrettiği bu adamla sohbet etmek istiyordu.

Uzun yıllardır iyi bir cerrah olarak binlerce hasta bakmış, gencecik bir cerrah olarak başladığı serüven hızlıca ömrünü çalmış,

etrafını aydınlatmak için yaktığı ışığın ona faydası olmamıştı.

Mum dibini ışıtmamıştı. Uykusuz geceler, küçük kanepelerde geçirilen yorgun zamanlar, hiçbir şeye zaman bırakmadan akıp geçen yıllar.

Son birkaç aydır artık yorulduğunu, artık daha az koşturma enerjisini kaldığını fark etmişti.

İlk zamanlar bunu kabul etmemiş hatta kendisi ile bir süre mücadele etmiş fakat sonrasında değişenin kendisi olduğunu anlayınca, bir hafta boyunca herkesten kaçmış ve yalnız düşünmüştü olanları.

Bu düşünmek ile geçen zamanın sonunda teslim olmak yerine geriye kalanı nasıl iyi kullanırım?

Gerçeğine ulaşmıştı.

Yıllardır yanında hiç ayırmadığı küçük not defterine, “apopitozis” yazmış, kırmızı kalem ile altını birkaç kez çizmiş ve o günün tarihini eklemişti.

“Kadın” rengi solmuş deri koltukta kendisi ile anlaşmaya çalışan “adam”ı ve hemen çaprazındaki “birisini” takip ediyordu.

Renkleri solmuş apliklerdeki solgun ışıklar, eski mobilyalardan kalkan toz ve boğazı tahriş eden koku.

Pencerelerin kenarına yerleştirilmiş paslı teneke kutulardaki çiçekler soluk.

Kanepelerden birisinde uzun süredir uyuyan uyanınca uzun uzun esneyen miskin kedi.

Duvarda asılı tablolarda güneşten renklerini kaybetmiş tabiat silüetleri.

Sokağın gürültüsünü içeri taşıyan yarı açık kirli pencere.

Masanın üzerinde sararmış örtü ortasında kristal bir vazo, içerisinde birkaç adet yapma çiçek.

“Kadın” orta yaşlıydı. Genç bir kadınken evlenmesine birkaç hafta kala kanser olduğunu öğlenmiş, evlilik iptal olmuş, müstakbel eşi olayı duyar duymaz selamı sabahı kesmişti.

Kadın, peş peşe geçirdiği ameliyatlar, aldığı tedaviler sırasında yaşlı annesi dışında yapayalnızdı.

Ağlayarak uyudu, ağlayarak uyandı. Ağlamanın derin dostluğunu kavradığında, tek dostunun o olduğunun farkına da varmıştı zaten.

Tedavilerin acılı süreçlerinden çok bu yalnızlık yakmıştı canını.

Saçlarından bir tutamını yapıştırdığı, ameliyat notları, hasta yatağında çekilen fotoğrafları, hasta bilekliklerini ve tarihleri yazdığı kahverengi ciltli o büyük defter ile taburcu olduğu son gün “ne olursa olsun yaşamaya” yemin etmişti.

Şimdi “adam”, “kadın” ve “birisi” aynı odadaydılar.

Adamın teslimiyeti, kadının yaşama azmi ve birisinin apopitozisi ve sadece geride kalanlar.

İleride yaşanacaklar ile geride kalanlar arasındaki derin hayal kırıklığı ile birbirlerinin yüzüne bakıyorlardı. “Birisi” yerinden kalktı “adam”a doğru birkaç adım attı.

“Kadın” birkaç kez öksürdü. “Adam” ve “birisi” “kadın”a baktılar. “Kadın” defterini çıkardı götürüp masanın üstüne koydu.

“Birisi” biraz ceplerini karıştırarak bulduğu not defterini aynı masanın üstüne bıraktı.

“Adam” zorlanarak kalktı koltuktan masadakileri aldı, pencereden dışarıyı seyretti biraz, “yazdıklarımızı ya da yaşadıklarımızı tartışacak zamanımız yok, geride kalan sadece kalabilenlerimiz.

Artık hayata rağmen yaşamaktan vazgeçelim” dedi titreyen ama güçlü sesi ile.

Dışarıda gürültü devam ediyordu, miskin kedi uyumaya başlamıştı, teneke kutulardaki çiçekler ölüyordu.