Bizim yaş grubumuz ile birlikte bizimde yaşadığımız memlekete “Görmediğimiz-yaşamadığımız-başımıza gelmeyen hiçbir felaket kalmadı” desek yalan söylemiş olmayız.

-Depremler

-Sel felaketi

-Trafik kazaları

-Tren çarpışmaları

-Düşen uçaklar

-Maden çökmesi

İle başlayan ve yüzlercesi ile devam eden felaketler bir anlamda alın yazımız olmuş durumda.

Başımıza gelen ve tanıdık tanımadık çok sayıda insanımızı elimizden alan söz konusu felaketler sırasında çok büyük acılar yaşarız.

Batı ülkelerinin aksine bizim yakamıza yapışan “sistemsizlik” dolayısı söz konusu ülkelerde küçük hasarlar ile atlatılan olaylar bizim memleketimizde olağanüstü can ve mal kaybına sebep olabiliyor.

Normal şartlarda başımıza gelen bu tür felaketlerin nelerden kaynaklandığı sürecin nasıl yürütüleceği, yaraların ne şekilde sarılacağı tek tek izah edilir.

İktidarda bulunan partilerin bakanları-milletvekilleri –belediye başkanları savunmada kalır.

Muhalefete mensup siyasetçilerde meydana gelen felaketin hangi sebeplerden dolayı ortaya çıktığını en ince detaylarına kadar öğrenmek ister.

Burada aradaki köprü gazeteciler yani medya mensuplarıdır.

Olayın duyulmasından dakikalar sonra medya mensupları ellerindeki kameralar ile fotoğraf makinaları olay yerinde yerlerini alır meydana gelen olayları birinci ağızdan kamuoyu ile paylaşmanın çarelerini ararlar.

Buraya kadar yazdıklarımız normal olanlar.

Ancak

Böyle bir olayın meydana gelmesinden dakikalar sonra yayın yasağı konulur.

Güvenlik güçleri medya ve siyasetçiler bir şey öğrenmesinin diye adeta etten duvar örer.

Görevi sadece halkı bilgilendirmek olan medya mensupları çoğu zaman hiç hoş olmayan davranışlar ile karşı karşıya kalınır.

Böylesi bir felaket anında dünyanın her tarafındaki insanlar öncelikle ne kadar can kaybının olduğunu öğrenmeye çalışır.

Bizim memlekette söz konusu bilgi akışı da değişime uğradı.

Konuşmaya yetkili bürokrat ilk aşamada “Meydana gelen hadisede iki adat can kaybımız var” açıklamasını yapar.

Ancak yaşananların büyüklüğünü gören halk bu sayıya inanmaz.

Saatler geçer

Can kayıplarındaki sayı sürekli artmaya başlar.

Can kaybı sayısı net olarak bilinmesine rağmen sayı tam olarak belirtilmez.

Gece uyuruz.

Sabah uyandığımızda gerçek sayı belli olur.

Vatandaşta zaten bu durumu kanıksamıştır.

Dudaklarından “Hayatını kaybedenlere rahmet yaralılara sağlık dileriz, Allah bir daha bizi böyle felaketler ile karşı karşıya bırakmasın” ifadeleri dökülür.

O andan itibaren iktidara mensup siyasetçilerin tamamı “Böylesi felaket anlarında konuşmak, siyaset yapmak olmaz zira karşı karşıya kaldığımız felaket partiler üstüdür” açıklamasını yapar.

Deprem olmuş 50 bin kişi hayatını kaybetmiş.

Bolu Kartalkaya otel yangınında 78 vatandaşımız yanarak ölmüş.

Çorlu’da tren kazası olmuş 25 kişi ölmüş 328 kişi yaralanmış.

Ancak siyasetçi “Böylesi zamanlarda konuşmak olmaz” diye açıklama yapıyor.

Ne zaman konuşacağız Allah aşkına.

İhmal-bilgisizlik-beceriksizlik dolayısı ile meydana gelen hadiselerde verdiğimiz kayıplar dolayısı ile bize düşen sadece “Rahmet okumakmıdır?”

-Ne zaman konuşacağız?

-Kimden hesap soracağız?

Varmı cevabı olan.?