Bir köşe başında solmuş gözlerle bekleyen bir ihtiyarın yorgun bakışlarında saklıdır bu soru:
Garipler ne zaman gülecek?
Ne zaman ki sofralara eşit düşer ekmek,
ne zaman ki kalpler çıkar hesabı, menfaati;
işte o vakit bir tebessüm belirir garibin yüzünde…
Ama sormadan edemiyor insan: Bu ne zaman olur?
Gerçekten olur mu?
Bir yanda ihtişamlı saraylarda şatafatla dolup taşan hayatlar,
diğer yanda derme çatma odalarda, buz gibi gecelerde titreyen bedenler…
Aynı gökyüzünün altında, bu kadar farklı kader niyedir?
Garipler, yazgıya mı yeniktir, yoksa insanlığa mı?
Kimi, bir tas çorbayla doyarken şükreder;
kimi, kırk çeşit yemekle doyamaz, isyan eder.
Kalp tok olmayınca, midenin doyması neye yarar?
Ama gariplerin kalbi çoktan tok…
Onlar bir sıcak bakışa, bir samimi selâma aç.
Gülmek mi?
Gülmeyi çoktan unutmuş garipler;
onlar artık sadece “dayanmaya” çalışıyor.
Garip olmak, yalnız olmak değildir sadece.
Anlaşılmamaktır.
Bir kalabalığın ortasında görünmemektir.
Bir çığlık atıp sesini kimsenin duymamasıdır.
Kendine sakladığın nice dertlerin,
bir başkasının umurunda bile olmadığını bilmektir.
Ama yine de kırılmadan yürümektir yolda.
İşte asalet oradadır.
Bazı çocuklar hiç bayramlık giymemiştir mesela…
Şeker tadını sadece hayallerde tanımışlardır.
Simit alacakları parayı annelerine saklamış,
oyuncak isteseler bile içlerine gömmüşlerdir.
Gariplik bazen “sana bir şey almasınlar diye hiçbir şey istememektir.”
Ve o gariplerin gözleri vardır ya…
O gözlere bir bak, orada öyle çok şey anlatılır ki…
Bir ömür acıyı tek bakışa sığdırmak, işte budur garip olmak.
Kızmazlar, sitem etmezler, isyan da etmezler…
Sadece içten içe sorarlar:
Biz de insanız, biz de kuluz… Peki neden bu kadar unutulduk?
Ama unutmamak gerekir:
Her garip, bir duanın sahibidir.
Her gece yorgan yerine göğe gözyaşını seren o insanlar,
belki de bizlerin bilmediği en içli yakarışların sahibidir.
Belki o yüzden hâlâ ayakta duruyor bu dünya.
Belki o yüzden hâlâ doğuyor güneş.
Garipler ne zaman gülecek, diye sormaya devam edelim ama cevabını başkalarından beklemeyelim.
Bir garibi güldürmek için illa büyük şeylere gerek yok.
Bazen bir hal hatır sorma, bazen bir parça ekmek, bazen bir yoldaşlık…
İşte tüm mesele bu:
Garipleri güldürmek, önce insan olabilmekten geçiyor.
Ve belki de gariplerin gerçekten güleceği tek yer, bu dünyanın ötesidir.
Çünkü bu dünya, onların yüzüne pek gülmedi.
Ama Rabb’im adildir.
O gün geldiğinde, en çok gülenler onlar olacak.
O gün, gerçek adaletin günü olacak.
Ve garipler… nihayet gülmeyi öğrenecek.