Bir yol vardır; insana sabırdan uzun, umuttan ince…
Ve bir yolculuk vardır; başı secde, sonu kabir…
O yolda, kimileri koşar; kimileri tökezler; kimileri ise daha ilk adımda kalır.
Yolda kalanlar…
Onlar ki, niyeti vardı ama kudreti yoktu.
Kalbinde kıvılcım taşıdı ama rüzgârını bulamadı.
Gözleri ufka dikilmişti, fakat adımlarını zincire vurmuştu dünya.
Yolda kalan, yolun hakkını veremeyendir.
Menzile sevdalıyken menfaatine esir düşer.
Bir adım daha atsa vuslat var, ama o geri dönüp pazara uğrar.
Yolda kalan, yarı yolda dostunu, başı darda Rabbini unutan…
Ve bil ki, yolda kalan, bazen yürümeyi kesen değil;
Yanlış yola sapan, yönünü kaybeden,
Kendi gölgesinin karanlığında boğulandır.
Oysa yol; sabır ister, omuz ister, yürek ister.
Dikenlere aldırmadan gülün kokusuna koşmak ister.
Ve en mühimi, yolda kalmamayı değil; yolda adam olmayı ister.
Çünkü bu yolun yarısı yoktur.
Ya varırsın, ya da kalırsın.
Yolda kalanların kitabı, kapı eşiğinde kapanır;
Menzile erenlerin defteri ise, Arş’a yazılır.
Ey yolda kalan!
Bil ki, ayakların değil, niyetin taşır seni.
Yolun taşına sabır, tozuna şükür, gecesine secde ekle ki;
Güneş doğduğunda menzilin sana açsın kapısını.
Unutma!
Yol, yolcuya değil; yolcu, yola emanettir.
Emanetine ihanet eden, menzile değil, karanlığa varır.
Ve en büyük düşüş, yere kapaklanmak değil;
Düşüp kalkmayı unutacak kadar gurura saplanmaktır.