Bir hevesti dünya…
İnsanın avuçlarına sığmaz sandığı, ama bir gün bir nefeste elinden kayan o koca hayal…
Herkesin koştuğu, kimsenin varamadığı bir uzaklık gibi.
Ömrümüz boyunca peşinden sürüklendiğimiz, ama sonunda bir “ah” ile öğrendiğimiz bir sır.

İnsan gençken hep büyütür dünyayı.
Mutluluk zanneder, huzur zanneder, sevdasının kalıcılığına inanır.
Yarına güvenip bugünü harcar; kalbinin kırılmayacağına inanıp herkese kapı aralar.
Ama sonra görür ki dünya, göründüğü gibi değil;
Sırtında taşıdığı yük kadar gerçek,
Yüreğinde sakladığı acı kadar ağırdır.

Bir hevesti dünya…
Herkes bir şeyler toplar; kimisi para, kimisi insanlar, kimisi kırık hayaller…
Ama günün sonunda herkes aynı gerçeğe varır:
Topladıkların değil, gönlünde kalanlardır seni yaşatan.

Bir gün gelir, koşuşturmanın neye olduğunu sorarsın kendine.
Düştüğün yerleri, kırıldığın anları, güldüğün zamanları düşünürsün.
Ve anlarsın:
Dünya dedikleri, sadece bir misafirhaneymiş.
Geleni ağırlayan, gideni uğurlayan…
Kalbinde ne kadar iz bıraktıysan, o kadar varmışsın aslında.

Kimi insanlar ömrüne dokunur, kimi ise ömründen çalar.
Kimisi bir tebessüm bırakır, kimisi yıllarca sürecek bir yara…
Ama hepsi de öğretirmiş insana:
“Bu dünya bir heves… Ve hevesin sonu hep tamamlanmamış bir cümle.”

Yıllar geçtikçe insan anlar ki,
Dünyanın en kıymetli yanı, onun geçiciliğidir.
Çünkü geçici olan her şey, değerini acının içinden çıkarır.
Kalıcı sandığın mutluluklar kaybolur,
“Bitmez” dediğin acılar diner,
Ve geriye sadece bir insanın kendiyle yaptığı uzun bir yolculuk kalır.

Bir hevesti dünya…
Biz o hevesin peşinde büyüdük, yanıldık, düştük, kalktık.
Kırıldık ama vazgeçmedik.
Çünkü dünya ne kadar aldatıcıysa, insanın umudu o kadar inatçıdır.
Ve her şeye rağmen yürümeye devam eder insan;
Hem kaybettiklerini özleyerek, hem kazanacaklarını hayal ederek.

Sonunda anlarız:
Dünya bir hevesti, ama biz o hevesle olgunlaştık.
Acılarla yoğrulduk, sevdalarla sınandık,
Ve kalbimizin derinlerinde bir gerçek büyüdü:
“Dünya geçer… ama insanın içindeki izler kalır.”

Ama insan bazen durup düşünür…
“Ben ne için bu kadar yoruldum?” diye sorar kendine.
Kimi için çırpınmış, kimi için savaşmış, kimi için sessizce tükenmiştir.
Oysa gün gelir, uğruna yandığın insanlar seni bir damla suyla bile anmaz.
Dünyanın hevesi böyle işte;
Sen yanarsın, başkası ısınır.

Kimi zaman bir bakışa bağlar insan umutlarını,
Kimisine bir gülüş yeter ömrünü harcatmaya.
Ama sonra görür ki en büyük yanılgı;
Kendi kalbini, başkasının vicdanına emanet etmektir.

İnsan acıyı öğrenince büyür,
Yarayı tanıyınca olgunlaşır.
Belki de bu yüzden kalbimiz biraz yorgun,
Belki de bu yüzden gözlerimiz biraz yaşlı…

Çünkü dünya, insana önce verir gibi yapar,
Sonra sessizce geri alır.
Sevdiğini alır, umudunu alır, hayalini alır…
Geriye bir tek insanın kendisi kalır.
Kırık yanlarını toplamaya çalışan,
Ama hâlâ direnmeye niyetli bir yürek…

Ve her şey bitti sandığın bir anda,
İçinde küçücük bir kıvılcım kalır:
“Belki yarın daha güzel olur…”
İşte insanı hayatta tutan o küçük ihtimaldir.
Dünyanın hevesi geçer,
Ama umudun inadı kolay kolay bitmez.

Sonunda şunu öğrenir insan:
Dünya hevestir ama insanın kalbi gerçektir.
Heves biter; kalpte kalan, insanı hayata bağlar.
Hüzün birikir, acı çoğalır ama insan yine yürür.
Çünkü yaşamak dediğin şey,
Bir hevesin içindeki hakikati bulmaktır aslında.