Bir önceki yazımda, Almanya'nın Kuzeybatı kesimlerinin sosyal hayatından, nizam intizamından kısaca bahsetmiştim.

Bu günkü yazımda ise her şeyi ile güllük gülistanlık sanılan Almanya'nın, Türkler ve diğer yabancılara karşı bakış açısındaki dikenli yolları, demokrasi ve insan hakları konusundaki güzelleme algısını, gezip gördüğüm argümanlarla deşifre etmeye çalışıcam:

Almanya'da, geçmişte ve kısmen de olsa, bugün hemen hemen her Türk ve diğer yabancılar, sokakta mutlaka Alman toplumunun ırkçı, ayrımcı, dışlayıcı, saldırgan, nefret söylem ve eylemleriyle karşılaşmıştır. Allah'tan şimdilerde Suriyelilere duydukları öfkeleri nedeniyle Türkleri unutmuş durumdalar.

Bu durum, sadece sokaktaki Alman vatandaşı ile sınırlı değil, bizzat hükümetlerin siyasetleri ve eğitim politikalarında Hitler'e rahmet okutacak cinsten bir asimilasyon planlamasıyla devam etmektedir.

Bir yanda yabancı işçiye eli mahkum olan bir Almanya var, diğer yanda Türklerin ve diğer yabancıların siyasette, sosyal hayatta, ekonomide ve iş hayatında söz sahibi olmasını engelleyen, robotla eşdeğer gördüğü bir işçi sınıfından oluşan modern köle toplumu yaratmaya çalışan faşizan bir Alman tutumu devam ediyor.

Almanya’da ikinci ya da üçüncü kuşak dahi olsa, kökeni Türk ve diğer yabancı ise, yabancı çocukları bir sınıfta, Alman çocuklarını da ayrı bir sınıfta toplayarak, derslerde yabancı çocuklara, ne Almancayı ne de kendi ana dillerini öğretecek düzenli bir eğitim verilmemektedir.

Türklerin çoğunluk olduğu semtlerde bile, 900-1000 kişilik bir liseye, ancak 3-4 Türk çocuğu alınabiliyorsa, sanırım bu durum çok şey ifade edecektir.

Çocuklarının hayat trenini kaçırdığını fark eden bilinçli Türk ailelerin isyanları bile, fazla bir şeyi değiştirmiyor.

Üstelik, Almanya'da seçilen Türk milletvekillerinin kendi insanının yanında olacağı yerde, hükümetine yalakalık yapıyor olmaları da onlara duyulan öfkeyi daha da artırıyor.

Alman özel ve kamu okullarındaki bu çarpıklıkları; Kindergarten, Grundschule, Hauptschule, real-gesamtschule ve Gymnasium gibi her okul kademesinde görmek mümkün.

Almanya’dan da beyin göçünün Amerika'ya yapılıyor olmasına, 'Allah’ın sopası yoktur' diyoruz. Onların bu kaygıları da gelecekleri hakkında bazı ip uçları veriyor sanıyorum...

Yol inşaatlarında, muhafaza altına aldıkları çınar ağaçlarına bile verdiği değeri, yabancı milletten esirgeyen bir zihniyetin varlığı devam ediyor.

Ekonomisinde; IMF’ye olan yüklü borcuna ve başlanıp, bitirilemeyen birkaç kamu ihaleleri yanında, Almanya’dan makinalarını söküp, Çin ve Hindistan'a taşıyan sanayicilerin engin liman arayışlarında ise fırtına öncesi bir sessizlik hakim...

Kırmızı et ve meyve sebze fiyatları ile bir petrol istasyonundan çektiğim yakıt fiyatları, ekteki fotoğraflardan mukayese edilebilir.

Buna karşın, malum, paralarının değeri bizim paradan 30 kat üstün ve eğer Türkiye'de harcama yaparlarsa bizden 30 kat daha refahlar. Gözlemlerime göre gıda, giyim, ulaşım, yakıt ve diğer tüketim ürünleri fiyat endeksleri, ülkemizin geçim endeksi ile karşılaştırıldığında ve ortalıkta boyası çizik otomobilleri, boya badanasız evleri görülmediğine göre onların, her yönüyle bizden 3 kat daha refah içinde yaşadıklarını söyleyebiliriz.

Takma ad ve kılık kıyafetle Türk işçisi kılığına girip, 2 yıl en ağır işlerde çalışan, Türk diye birçok kez Nazi saldırılarından ucuz kurtulan Alman gazeteci, Alman toplumunun, ilk yıllardaki yabancı düşmanlığını, taa 85'te yazdığı 'En Alttakiler' adlı kitabıyla dünyaya deşifre etmiş, daha doğrusu rezil etmiş bir Alman gazeteci yazar olan büyük insan Günter Wallraff'ı saygıyla, yürekten kutluyorum.

Kafama takılan şeylerden biri de bir ülkenin parasının değerini, o ülkenin özgül ağırlığı mı belirliyor? Öyleyse eğer, Türk lirasının değeri Bulgaristan'dan 10 kat, Gürcistan'dan 10 kat, Azerbaycan'dan 15 kat daha düşük olmasını neye borçluyuz? Yoksa bu ülkelerin özgül ağırlıklarının bizden kat kat üstün olmasına mı borçluyuz(!), Ya da bizde mi bir sorun var?

Almanların, yabancılara karşı böyle sıkı bir politikası karşısında, Türkiye'de, geçtiğimiz günlerde, aynı evin tapusunun, üç ayrı Suriyeli tarafından 3 ay içinde, birbirine 3 defa satışı yapılarak devir edilmesine tanıklığımdaki bu garipliğe ne demeli? İşin içinde bir hülle vatandaşlık mı var acaba diyorum?

Biz mi bu işi biraz abartıyoruz yoksa Almanya mı? Bilmiyorum ama ironilerim bile kafamdaki soruları dağıtmaya yetmiyor.

Saygılarımla..