Türkiye'de takvimler Aralık ayını gösterdiği bu günlerde asgari Ücret Tespit Komisyonu (12 Aralık 2025) ilk toplantısını yaptı.
Masada yasal olarak üç taraf var: işçi, işveren ve devlet. Ancak geçim derdiyle uyanan, ay sonunu değil ay ortasını zor getiren, ücret zammını bir rakamdan çok bir nefes olarak bekleyen milyonlarca işçi ve ailesinin temsilcisi Türk-İş Asgari Ücret Tespit Komisyonunda yer almamıştı.
Türkiye’de asgari ücret artık sadece bir ücret değil, ortalama ücret hâline gelmiştir.
Yani komisyonda alınan karar, yalnızca bir kesimi değil, doğrudan toplumun yarısını ilgilendiriyor.
Bu yüzden bu toplantılar teknik değil, hayati toplantılardır.
Her yıl toplanan asgari ücret komisyonunda rakamlar, enflasyon, büyüme, verimlilik v.s konuşulur.
Peki bu toplantılarda hayat pahalılığı konuşuluyor mu?
Kiralar, mutfak masrafları, okul harçlıkları, elektrik ve doğalgaz faturaları masaya gerçekten geliyor mu?
İşveren “yük” diyor, işçi “geçinemiyorum” diyor, devlet “denge” arıyor.
Oysa asgari ücret, bir denge hesabından önce insan onuru meselesidir.
Bir ülkede çalışan bir insan, yoksulluk sınırının altında yaşamaya mahkûm ediliyorsa, orada sorun sadece ekonomide değil, vicdandadır.
Asgari ücret, çalışanın emeğinin en alt karşılığıdır; ama yaşamın en alt sınırı değildir. Kimse lüks istemiyor. İstenen çok basit:
Ev kirasını, elektrik, su, telefon, doğalgaz faturalarınıödeyebileceği, çocuğuna harçlık verebileceği birücret ve ay sonunu korkmadan bekleyebileceği bir hayat.
Komisyon karar verirken şunu unutmamalı:
Asgari ücret artışı bir lütuf değil, bir zorunluluktur.
Enflasyon karşısında eriyen maaşı telafi etmek “zam” değil, hak iadesidir.
Ve unutulmamalıdır ki: Sosyal devlet, çalışanını enflasyona ezdirmez. Sosyal devlet, emeği maliyet kalemi olarak görmez.
Sosyal devlet, “asgari” kelimesini sefaletin değil, insan onurunun sınırı olarak tanımlar. Bugün yapılan ise bunun tam tersidir.
Sosyal devlet, güçlü ekonomi, düşük ücretle değil; hakkını alan, umutlu ve üretken çalışanlarla kurulur.