Yeni bir yıla girmenin heyecanını yaşadığımız şu günlerde, maalesef yine o meşhur kutuplaşma durağına gelip çatmış durumdayız.
Bir tarafta vitrinleri ve sokakları süsleyen rengârenk ışıltıları modernleşmenin bir parçası gibi görenler; diğer tarafta ise bu kutlamaları "kültür emperyalizmi" veya "dini bir sapma" olarak niteleyen itiraz sesleri yükseliyor.
Sanki sadece bir takvim yaprağı değişmiyor da sokaklarda ve sosyal medyada bir kimlik savaşı veriliyor.
Türkiye’de muhafazakâr kesimin bu mesafeli duruşunun temelinde, Noel ile yılbaşı kavramlarının birbirine karıştırılması yatıyor.
25 Aralık’taki Noel ile 31 Aralık’taki takvim değişikliği zihinlerde tek bir "Batı icadı" olarak yer etmiş durumda.
Bu kesime göre çam süslemekten Noel Baba figürüne kadar her detay, İslam medeniyetine ait olmayan bir kültürün evimizin içine sızması, yani bir nevi "kültürel işgaldir".
"Başkasına benzeyen onlardandır" hadis-i şerifinden yola çıkarak, bu kutlamalara karşı çıkmayı yerli ve milli kalma mücadelesi olarak görüyorlar.
Ancak bu keskin duruş, yılbaşını sadece "yeniye/yeni yıla merhaba" diyen masum bir takvim değişikliği olarak görenlerin heyecanını da zorlaştırıyor.
Oysa işin ironik kısmı şudur: Bugün "Batı adeti" diye mesafeli yaklaşılan ağaç süsleme geleneği, aslında Orta Asya steplerinden, öz be öz atalarımızdan dünyaya yayılmış olabilir.
Eski Türk inanışına göre, 22 Aralık’ta ışığın karanlığı yenmesi "Nardugan" (Güneşin Doğuşu) bayramı olarak kutlanırdı.
Türkler, bu zafer için "Hayat Ağacı" dedikleri Akçam ağaçlarını süsler, altına hediyeler koyup dualar ederlerdi.
Yani bugün dünyanın dört bir yanındaki vitrinlerde ışıldayan o ağaçlar, aslında binlerce yıl önce Altay Dağları’nın eteklerinde yanan bir ateşin kıvılcımlarını taşıyor.
Dünyada Suudi Arabistan, İran veya İsrail gibi ülkeler dini ve kültürel nedenlerle 1 Ocak’ı resmi olarak kutlamasa da küreselleşmenin etkisiyle bu sınırlar her geçen gün esniyor.
Çünkü yılbaşı, bir dinin ritüeli olmaktan ziyade; biten bir yılın muhasebesini yapmak ve sevdiklerimizle bir sofrada buluşmak için sadece bir bahanedir.
Kökleri ister Nardugan’a dayansın ister modern takvime; asıl mesele taklit etmek değil, ortak bir sevinçte buluşabilmektir.
Bir ağacı süslemek ne bizi inancımızdan eder ne de kimliğimizi unutturur; aksine yaşamın döngüsüne ve ışığın gelişine duyulan o kadim saygıyı selamlar.
Rengarenk ışıklı bir vitrine bakmak birinin inancını zedelemediği gibi, o geceyi sessizce geçirmek de kimseyi "çağ dışı" yapmaz.
Asıl tehlike, birinin sevincini diğerinin kaybı gibi görme yanılgısına düşmektir.
Oysa biz, komşusunun sevincine gönülden ortak olan, acıda olduğu kadar neşede de birleşmeyi bilen bir medeniyetin mirasçılarıyız.
Bu kadim birliği ne ara bir saldırı algısına feda ettik?
Oysa saatler gece yarısını gösterdiğinde, hangi görüşten olursak olalım dileğimiz aynıdır: Sağlık, huzur ve sükûnet.
Bırakalım isteyen evini süslesin, isteyen dualarla karşılasın, isteyen sadece dinlensin.
Farklılıklarımızı birer tehdit değil, birer renk olarak görebilme sağduyusuna ihtiyacımız var.
Çünkü kutuplaşmanın kazananı hiç olmadı, ama toplumsal huzurun meyvesi hepimize yetecek kadar boldur.
Yeni bir yılın hepimize, her türlü kutuplaşmadan uzak; sağlık, huzur ve hoşgörü getirmesi dileğiyle.