Kendimi bildim bileli hep zor yılları oldu Türkiye’nin.
Çocukluğumda önce muhtıra yılları, ardından Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında ülkede her gün onlarca gencin, düşünürün, yazarın, politikacının öldürüldüğü anarşi yılları, ardından Asala terör örgütünün onlarca dış misyon görevlilerimizi şehit ettiği yıllar.
12 Eylül 1980 de ihtilal sonrasında gencecik çocukların sadece inandıkları fikirler nedeniyle asılması, ekonomik krizler, sosyal karmaşalar, PKK ile başlayan nerede ise kırk yıl süren doğuda binlerce şehide sebep olan ayrılıkçı terör, tam toparlandık derken Fethullahçı terör örgütünün kalkışması.
Yani elli yılda elli dert.
Çünkü Anadolu dünyanın en önemli toprağı. Çünkü dünya tarihinin imbiği, koç başı. Doğu ile batı arasındaki kavganın karakolu. Türkler gelene kadar Avrupa’nın arka bahçesi, bu coğrafya aşağısındaki Mezopotamya, ırkların dinlerin rengarenk bahçesi.
Bu topraklar, sanatın, bilimsel gelişmenin, ticaretin ama en önemlisi birlikte yaşamanın üniversitesi. İşte bu nedenle Türklere yar edilmeyecek kadar güzel bir kadın. İşte bu nedenle bütün bu dertler.
Cumhuriyetin kurulmasına kadar sadece beden gücü ve savaş gücü ile burada ayakta kalabilen tüm uygarlıklar, önce matbaanın keşfi ardından sanayii toplumunun ortaya çıkması ile yeni bir dünyaya evrildiler.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk olanların farkındaydı.
Matbaayı ıskalamıştı Osmanlı bu nedenle sanayii için fabrikalar kurdu, yetişmiş insan gücü için Türk insanının eğitilmesi için tüm eğitim sistemini değiştirdi.
Osmanlının son ve karanlık yıllarında savaşlar, salgın hastalıklar ve geri kalmış eğitim sistemi nedeniyle hasta ve çaresiz bir milletten, üniversitesinden, fabrikasına, tiyatrosundan modern tarımına kadar her çağdaş kurumu kuran ve sanayii devrimini kaçmak üzere iken yakalayan Cumhuriyet özellikle Avrupa’yı çok rahatsız etti. İmparatorluk yıllarında elde ettikleri avantajların kaybolduğunu gördüler.
Önce savaşmayı denemiş ve başaramamışlardı.
Savaşı kazanamıyorsan siyaset ile arka kapı organizasyonları ile mücadele edersin işte bu başladı. Bu toprakların cesur ve özel insanları kadar haini de meşhurdur.
Osmanlı devşirme sisteminde kolaydı her şey ama cumhuriyet kendi küllerinden doğarken zorlandılar. Gücü nü yitiren cumhuriyetin ortak bilincine ayak uyduramayan bir grup vardı ve bu zevat maalesef kolayca satına alındı.
Atatürk’ün ölümü ile tüm gelişmeler yavaş yavaş durdu. Eğitimde, sanayide reformlar yavaşladı. 39’dan başlayarak daha kendi içine kapanan ve genlerinde var olan Türk çağını görmezden gelen yöneticiler sayesinde Cumhuriyet Avrupa’nın kenarında sıradan bir Asya devleti haline getirilmeye başladı.
İlk başlarda kurulu sistemin korkusundan zayıflatmak dışında planı olmayan emperyalizm Atatürksüz Türkiye’de yıllar içinde gördü ki bu ülke parçalanabilir.
Bu nedenle yarattığı eğittiği aktörleri her on yılda bir piyasaya sürdü. İş de bu nedenledir bitmek bilmeyen dert yılları.
Şimdi artık tam bir yol ayrımının başındayız. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halkın bu coğrafyadan çıkarılması için mücadele eden emperyalizm ile binlerce yıldır barış ve huzur getiren Türkler arasında bir tercih için yol ayrımındayız.
Bu nedenle medyayı, siyasileri, sivil toplum örgütlerini ele geçiren yüz yıl öncekine çok benzeyen bir işgalin tam ortasındayız.
Ya yok olacağız ya da bu topraklara huzur getirmeye devam edeceğiz.
Bu konuda artık tek savunma gücünün Türk Milliyetçileri olduğunu görmek zorundayız. Türk milliyetçiliğin efsaneleri ve efsane önderleri çoktur ama artık efsaneler ile değil mücadele zamanıdır.
Yalansız, hilesiz, mahallenin adabını ve töresini unutmadan tüm milliyetçilere önemli görevler düştüğünü görerek hareket etmeliyiz.
Ayrıntılarda boğulmadan, ötekileştirmek yerine bizi tarihin bu önemli görevine getirecek ortak paydalarda buluşarak yeni bir başlangıç yapmak zorundayız.
Başaramazsak köle oluruz başarırsak yeni bir Türk çağına girer dünya.
Görünen o ki, yıkılan komünizm gibi sahte Avrupa çağı da yıkılır ve görünen o ki Türklerin genlerinde var olan huzur öncelikli, kadının ön planda olduğu bir medeni dünya Türkler ile yönetilir.
Karar verin her ırkın, milletin, cinsiyetin özgür ve huzur içerisinde yaşadığı bir Türk Çağı mı? yoksa karanlık ve ölüm dolu bir karmaşa mı?
Bir soru daha Türklerden daha kolay ölebilmeyi başaran başka bir millet var mı?
Bu yol ayrımında kendini Türk olarak tanımlayan herkes bu soruların cevabını vermek ve obasındaki ateşin altına odun atmak zorunda.
Sadece kendisi için değil tüm dünya için.