Bir avuç mutluluk yetermiş o zamanlar,
bir çay bardağında dostluk,
bir sokak lambasının altında umut taşırmış geceler.
Zaman bu kadar aceleci değilmiş,
insan bu kadar yorgun değilmiş.
Hey gidi dünler hey…
Bir selam yetermiş gönül almaya,
bir gülüşle unutulurmuş dertler.
Cepler boş ama kalpler doluymuş,
şimdi cepler dolu, kalpler yorgun…
Annemin sesi hâlâ kulaklarımda,
babamın omzunda dünya daha hafifti.
Akşam ezanı eve çağırırdı bizi,
gece korkutmazdı, sabahlar umutla uyanırdı.
Bir de kimse bilmezdi yalnızlığını o zamanlar,
çünkü yalnız kalmazdı insan.
Kapı komşusu vardı, hâl hatır soran vardı,
bir “gel bir çay içelim” diyen ses vardı.
Şimdi kapılar kilitli,
gönüller daha kilitli…
Herkes güçlü görünme derdinde,
kimse “yoruldum” demeye cesaret edemiyor.
Hey gidi dünler hey…
Düşünce el uzatan çoktu,
şimdi düşmeden kaçan çok.
İnsanlar değişti diyoruz ama
belki de zaman, insana fazla geldi.
Bir fotoğraf karesinde kalmış çocukluğum,
dizleri yaralı, kalbi tertemiz…
O çocuğu ne zaman arasam
aynaya bakmam yetiyor
ama bulamıyorum.
Bir de hayaller vardı…
Büyüyünce olur sanırdık her şey.
Zaman geçince anladık ki
büyümek, vazgeçmeyi öğrenmekmiş.
O zamanlar yarınlar uzun,
umutlar cesurdu.
Şimdi yarınlar kısa,
umutlar temkinli…
Bir kırık oyuncak kadar masumdu sevinçlerimiz,
bir bayram sabahı kadar temiz.
Şimdi sevinmek bile planlı,
mutluluk bile şüpheli.
Hey gidi dünler hey…
İnsan eskiden düşse dizini tutardı,
şimdi kalbini saklıyor.
Eskiden yaralar kabuk bağlardı,
şimdi içimizde kanıyor.
Bir akşamüstüydü hayat,
güneş batarken biz büyüdük.
Kimimiz sessizce,
kimimiz gürültüyle kaybolduk.
Ve anlıyorum ki;
bazı günler geri gelmez,
bazı insanlar değişmez sanılır,
ama her şey değişir…
Bir tek özlem eskimez.
Ve anladım ki;
insan en çok
olamadığı yerde yoruluyor.
En çok da
olduğu hâlini kaybedince acıyor.
Hey gidi dünler hey…
Geriye bakınca
acı bile güzel duruyor.
Çünkü hatıra olmuş her şey,
insanı yaralasa da
artık kaçmıyor.
İnsan yaş aldıkça
daha çok susar,
daha çok hatırlar.