Tarih 5 Aralık 1934. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde tarihi bir gün yaşanıyor.
O gün Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı tanınıyor.
Pek çok Avrupa ülkesinin kadınları henüz sandıkla tanışmamışken, Türkiye, Fransa, İtalya, İsviçre gibi birçok Avrupa ülkesinden çok daha önce, Anadolu kadının siyasi hayattaki varlığını anayasal güvence altına almıştır.
Bu, yalnızca bir yasal düzenleme değil, aynı zamanda, Cumhuriyet’in en büyük medeniyet projelerinden biriydi ve haklı olarak yıllarca bununla övündük.
Mustafa Kemal Atatürk'ün "Dünyada her şey kadının eseridir" sözüyle özetlediği medeniyet hedefi, kadınlarımızın sadece yaşam hakkı değil, aynı zamanda eşit yurttaşlık hakkını elde etmesiyle somutlaşmıştır.
Kadınlarımızın önce belediye, ardından muhtarlık ve nihayetinde Meclis yolunun açılması, onları toplumsal kalkınmanın ve demokrasinin doğal ortağı yapmıştır.
Ancak bugün, o tarihi günün üzerinden 91 yıla yakın zaman geçmişken, övünmek ile dövünmek arasında sıkışıp kalmış durumdayız.
Evet, 1934 vizyonu kadına "Meclis’e gir" demişti. 2025’ler Türkiye’sinde ise kadınlar "Eve sağ salim girebilecek miyim?" endişesi taşıyor.
Bugün kadın hakları dediğimizde aklımıza ilk olarak "temsil" değil, ne yazık ki "hayatta kalma mücadelesi" geliyor.
Her gün haber bültenlerine düşen kadın cinayetleri, bu ülkenin kanayan ve bir türlü kabuk bağlamayan yarasıdır.
Asıl sorun; kadınlara temsil hakkı tanıyan yasaların kâğıt üzerinde var olmasına rağmen uygulanıp, uygulanmaması değil,
Temel sorun; Türkiye’de kadına yönelik şiddeti önlemeyi ve şiddet mağdurlarını korumayı amaçlayan 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun'un vicdanlarda karşılık bulacak şekilde uygulanıp uygulanmadığıdır.
Toplumun adalet duygusunu en çok zedeleyen şey, kadına şiddet uygulayanların mahkeme salonlarında "takım elbise giydiği" veya "saygılı durduğu" için aldığı iyi hal indirimleridir.
Bir yasa ne kadar güçlü olursa olsun, uygulayıcının iradesi zayıfsa, o yasa koruyucu bir kalkan olmaktan çıkar, sadece bir metin yığınına dönüşür.
Kadınların bugün en büyük talebi; faillerin cesaret bulmayacağı, "Yaptığım yanıma kar kalmaz" diyeceği, amasız ve fakatsız işleyen bir adalet mekanizmasıdır.
Mevcut yasalarımızın etkin, tavizsiz ve hızlı uygulanması, zaten devletin vatandaşına namus borcudur.
Mesele sadece fiziksel şiddet de değil. Ekonomik şiddet ve fırsat eşitsizliği de hak ihlallerinin görünmeyen yüzüdür. Nüfusun yarısını oluşturan kadınların iş gücüne katılım oranları hala arzu edilen seviyenin çok altında.
Karar alma mekanizmalarında, bürokraside ve siyasette kadınlar "vitrin süsü" olarak değil, gerçek karar vericiler olarak yer almadığı sürece, 1934’te atılan o dev adım havada asılı kalmaya mahkumdur.
Bugün Dünya Kadın Hakları Gününü elbette kutlayacağız.
Ancak yapılması gereken; kadınlarımıza sadece haklarını hatırlamak değil, onları yaşatmak, eğitimde, siyasette, ekonomide kadının gücünü artırmak, gerçek anlamda bir eşitliği inşa etmektir.
Çünkü bir toplumun ilerlemesi, kadınla omuz omuza yürüdüğü kadar mümkündür.