Dışarıdan bakınca sanki sadece çamurun koyusu, suyun kurumuş hâli, hayatın unutulmuş yüzü gibi görünür. Oysa insan biraz durup düşününce anlar ki; toprağın karalığı, içinde taşıdığı sırların ağırlığındandır. Nice ömrü bağrına basmış, nice gözyaşını içine çekmiş, nice sevdayı da acıyı da sessizce saklamıştır.

Toprak, insanın hem geldiği yer hem döneceği yerdir.
Ne kadar yükselirse yükselsin, göğe değse bile, sonunda yine toprağa yaslanır yaşam. Çünkü kara toprak; kibri eritip insanı hakikate döndüren en büyük aynadır. Herkesin rengini eşitler, sesini aynı sessizliğe bırakır.

Gökyüzü mavidir, su berraktır, ateş kızıl… Ama toprağın karası bambaşkadır.
O karalık bir küskünlük değil, yılların biriktirdiği bilginin rengidir. Üzerinde yürüyen insanlara ses etmez; ama her adımı hafızasına kazır. Bugün çiçek açan filizin sevincini de dün göçüp giden bir canın hüzünlü
İnsan ne anlatmak isterse, toprağa döker aslında. İçine gömdüğü bir sırrı, üzerine bıraktığı bir taşı, ya da sessizce eğilip akıttığı bir gözyaşını… Hepsini anlar toprak. Çünkü insanın derdini dinleyen ilk dost odur. vedasını da aynı sakinlikle taşır.

Kara toprağın bir de suskun dili vardır…

Bazen bir mezar başında titreyen dudaklardır onu hüzne boyayan;
bazen de bir çiftçinin nasırlı elleridir ona hayat veren.
Kimi zaman bir bayram sabahı kokan taze bir buğday başağı olur,
kimi zaman bir ayrılığın ayak izlerini saklayan bir yol.

Toprak, insanın unuttuklarını hatırlatmaz;
ama hatırlaması gerekenleri asla unutturmayan bir öğretmen gibidir.
Bir gün nefesin kesildiğinde, bir gün omuzlarına ağır yükler bindiğinde,
sana hep aynı gerçeği fısıldar:
“Hayat, senden önce de vardı… Senden sonra da olacak. Sen ise her anıyla bana emanetsin.”

Kara toprak, yalnızca ölümün değil;
umutla yeşeren bir fidanın, yeniden başlayan bir ömrün de kapısıdır.
İnsana sabrı, beklemeyi, susarak da büyüyebileceğini öğretir.
Gökten düşen her yağmur damlası, onunla buluşunca hikâyesini değiştirir;
kuru dal bile yeniden dirilir toprağın nefesiyle.

Ve insan, ne kadar yorulursa yorulsun,
en çok toprağa dokunduğunda sakinleşir.
Belki bir mezara bir avuç toprak atarken,
belki bir filizi toprağa dikerken,
belki de sadece ayakkabısına yapışmış bir çamuru temizlerken bile
toprağın sesini duyar:
“Ben seni hep olduğun gibi kabul ettim.”

Kara toprak, en sadık dosttur aslında.
Sırtına yüklediğimiz her hatırayı sessizce taşır, hiçbir zaman “yeter” demez. Yere düşen bir yaprağı bağrına basar, bir çocuğun ilk adımlarını saklar, bir annenin duasını kokusuna katıp büyütür. Ne kadar çiğnense de kimseye kırılmaz; yine de insana meyve, ekmeğe bereket olur.

İşte bu yüzden;
İnsanın kalbi ne kadar kararmış olursa olsun, kara toprak sabrını hatırlayınca yumuşar. Çünkü toprak, bize hem sonu hem yeniden doğuşu öğretir. Bir şey toprağa düştüğünde bitmez; belki de asıl o zaman başlar.

Kara toprak…
Sessiz ama güçlü, karanlık ama hikmetli, basit görünen ama içinde bir ömür gizleyen büyük bir öğretmendir. Ve biz, her adımımızla onun hikâyesine bir satır daha ekleyen yolcularız.