Ömrümü çalan günler var; sessizce gelip içimden bir parça daha eksilten. Sabahın köründe uyanıp aynı duvara bakmak, kahvenin telvesinde kaybolan umutlar, akşamın ağır gölgesinde bir daha geri gelmeyecek saatleri saymak — hepsi küçük, görünmez alıcılar gibi. Gülüşlerimiz de, ağlayışlarımız da aynı kapıdan çıkar; bazı günler sadece gelip geçiyor, bazılarıysa kalıp bütün evin havasını değiştiriyor.

Gençken zamana meydan okur gibi koştum; dünya avucumdaymış gibi hissettiğim anlar oldu. Şimdi ise zaman daha akıllı; sabırla bekliyor, ben meşgulken yanımdan süzülüp gidiyor. Arkadaşlıkların arasına serpilmiş ayrılıklar, yarım kalan sözler, ertelenmiş ziyaretler hep birikiyor. Her birinde küçük bir veda saklı: “Beni sonraya bırak,” diyor günler, ve biz de inanıyoruz. Sonrasıysa uzun bir pişmanlık listesi: neden o telefonu açmadım, neden o gülüşe karşılık vermedim, neden bir baktım ki çok geç?

Çalınan günler yalnızca takvim yapraklarında değil, kalbimin en derin köşelerinde de iz bıraktı. Kimi zaman bir özlemin acısıyla, kimi zaman yarım kalmış bir hayalin ağırlığıyla… Her biri içimde bir sızı, her biri sessiz bir çığlık oldu. Geriye dönüp baktığımda, aslında en çok da “yarın” diyerek ertelediklerim çaldı ömrümü. Söyleyemediğim bir teşekkür, dokunmadığım bir el, sarılmayı ihmal ettiğim bir yürek… Onlar, en büyük kayıplarım oldu. Çünkü yarın sandığım günler, hiç gelmedi.

Ömrümü çalan günler yalnızca kaybettiklerim değil; öğrettiği şeyler de var. Hangi acıların göğsüme ağır, hangi anların ise hafif olduğunu gösterdiler. Bir bağlamanın telinde titreyen nota gibi, her anın frekansı farklıymış; kiminin sesi acıtıyor, kiminin sesi teselli. Kemanın yayının hafif dokunuşu gibi, bazı günler ince bir hüzün bırakıp geçiyor, bazılarıysa dipten bir sarsıntıyla bütün kalıbı kırıyor. Öğrendim ki hayatın güzelliği, çalınan günlerin hesabını tutmakta değil; çalındıktan sonra geriye kalanlar ile nasıl yaşamayı seçtiğimizde.

Artık biliyorum: Giden günleri geri getirmek mümkün değil. Ama kalan günleri korumak, onlara değer katmak elimde. Bundan sonra her sabahı, çalınmasına izin vermeyeceğim bir hazine gibi göreceğim. Çünkü ömür dediğimiz şey, kaybolan günlerin değil, kıymetini bildiklerimizin toplamı.

Sonunda kabul ettim: zaman geçip gidiyorsa eğer, ben de onunla barışmayı öğrendim. Her günün elimden kayıp gidişine üzülmek yerine, her sabah yeniden koydum cebime küçük bir umut parası. Belki bugün de bir parça eksilecek; ama belki bugün de bir parça eklenecek bir anı, bir kahkaha, bir barış. Ömrümü çalan günler vardı ama ben artık tutmuyorum onları yalnızca kayıp sayılar olarak. Onları, hayatımın birer imzası olarak taşıyorum; biraz hüzün, biraz bilgelik, ve yine de hâlâ çarpan bir yürek.