Sabahı olmayan gecelerden haberin var mı senin?
Bir lokma ekmeği boğazında düğüm olanların iç çekişini duydun mu hiç?
Gözyaşını yastığına saklayanların, derdini kimseye anlatamayanların sessiz çığlıklarını tanır mısın?
Çile...
Kimi zaman bir annenin yüreğinde büyür, evladına haram lokma yedirmemek için aç yatarken.
Kimi zaman bir babanın omzunda taş gibi çöker, eve bir ekmek götüremediği gecelerde.
Ve bazen bir çocuğun gözlerinde donar kalır; ne oyuncağı vardır ne de hayali.
Sen ne bilirsin yokluğu, özlemi, yoksunluğu?
Dört duvar arasında nefes alamayanların dünyasını gördün mü hiç?
Yokluk yalnız para değil;
Bir dostun yokluğu da yakar insanı,
Bir sevdanın eksikliği de çiledir,
Bir vefasızlığın izi de...
Çile, sadece başa gelmekle kalmaz;
Bazen dilde düğüm olur, bazen gözde yaş.
Bazense içe oturur da, susmak olur tek çare.
Sen çileyi, bir şarkının sözünde, bir filmin sahnesinde ararsın belki.
Ama biz çileyi yaşamın içinde bulduk,
Kırık saatlerde, yorgun yollarda,kurumuş gözyaşlarında, suskun dualarda tanıdık...
Ve en çok da sabretmeyi öğrendik.
Çünkü çileyle yoğrulan kalp, her darbeyle biraz daha olgunlaşır.
Çünkü gerçek sevda da, gerçek dostluk da, gerçek insanlık da
Çilenin içinden geçerek öğrenilir.
Sen sabah uyanınca sıcak çayını yudumlarken,
Biz geceden sabaha uykusuz geçen saatlerle boğuştuk.
Sen başını yastığa huzurla koyarken,
Biz bir omuz aradık, yaslanacak…
Bulamayınca sustuk, içimize gömdük her derdi.
Çile bir öğretmendir aslında…
Bize kimseyi hor görmemeyi öğretti,
Açın halinden anlamayı,
Sırtında yük taşıyanın yüreğine bakmayı...
Gülüşümüz eksik belki ama samimiyiz,
Sevdamız yaralı belki ama gerçek.
Dizimizin bağı çözülse de
İnancımız dimdik ayakta.
Sen kolayına kaçtın her işin,
Biz terle sınandık, gözyaşıyla beslendik.
Sen üç günde vazgeçtin,
Biz üç ömür boyunca inandık.
Ve hâlâ da susarız…
Çünkü biliriz ki çileyi konuşan değil,
Sessizce taşıyan anlar.